20 Eylül 2007 Perşembe

DEĞİŞİM OLUN

Hala Bir Seçim Şansınız Varken Dünya Gezegeninde İnsan Onuruna Yakışır Bir Şekilde Var Olmayı Seçin ve Değişin


Bu güne kadar fatura , ev kirası, ve diğer masraflarınızı ödemek için küçük hesaplar yaptınız.

Bu seferde evrende nasıl var olacağınızı hesabını yapın lütfen. Siz nereye aitsiniz, siz nasıl bir yaşama sahip olmak isterdiniz. Siz hayalinizde ve gücünüzde olsa idi kendinizde neleri değiştirmek isterdiniz. Siz nasıl bir dünya düşlerdiniz.
Siz size öğretilenleri devam ettirmek aynı yiyecekleri aynı şekilde tüketmek her gün aynı şeyleri yapmak, durup dinlenmeden bir makine gibi çalışmak, korkular endişeler ve derin bir yalıtılmışlık duygusu içinde bir günü daha tüketmek ve içinizdeki güneşin yine parlamayacağı bir güne daha başlamak.

Yorulmadınız mı?

Böyle gelmiş böyle gider inancından bıkmadınız mı?

Yalnızca kendinizi düşünmekten ve kendinizi ego denen hapishanenin içinde bulunmaktan boğulmadınız mı?

Siz hiç mi insanca yaşamayı özlemediniz?

Siz binlerce çağın öğretilmiş ve robotlaştırılmış bir üyesi olmaktan çıldırmadınız mı?

Her gün size arkadaşlarınız, aileniz, çevreniz ve toplumunuz tarafından aynı yoksulluk ve sefalet ve çaresizlik hikayeleri dinlemekten yorulmadınız mı?

Dünyanın an be an dengesini yitirmesinden, iklimlerin değişmesinden ve varlığınızın kaynağı olan gezegenin kirletilmesinden etkilenmediniz mi?

Sizi tutan nedir?
Sizi aynı kalıplara zincirleyen nedir?
Bütün sahip olduğunuz her şeyi değiştirmekten ve yeni bir anlayışa açılmaktan sizi tutan nedir?

Nedir sizin için gerçekten önemli olan?

Küresel Isınma sonucunda yaklaşmakta olduğu gün be gün raporlarla tespit edilen ve bir kısım belirtileri yeryüzünün değişik bölgelerinde şu an başlamış olan küresel felaketlerin ayak seslerini duyduğunuz halde sizi ruhunuzda kıpırdamadan tutan ve atalet ile saran hangi korkudur?

Neden korkuyorsunuz?

Gezegenimizde sevgiyle var olma ve muhteşem bir İnsan medeniyetini yaratma zamanı gelmedi mi?

Her bir insanın kendi özgün doğasında kendini sevinçle ifade ettiği, doğanın ona sunduğu nimetlerden gönlünce kullanabildiği, özgürlüklerini anlamlı paylaşımlar ve dayanışmalarla derinleştirdiği, kendi gücünde ve bilgisinde durduğu cesur, onurlu, başarılı, mutlu, coşkulu bir şekilde var olduğu, doğanın efendisi değil de bir parçası ve koruyucusu olduğu, diğer insan kardeşlerinin her an destekleyen ve herkes için sevgiyle karşılıksız verebilen, hoş görülemeyeni hoş gören ve af edilemeyeni af edebilen bir yüreği olan İnsanoğullarının ve kızlarının oluşturduğu, sınırların yitirildiği, hesapların kapandığı, hep daha daha iyiye giden günlerin olduğu muhteşem bir İnsanlık Medeniyeti.

Siz böyle bir medeniyetin parçası, tamamı yaratıcısı olmak istemez miydiniz?

Tek yapmamız gereken değişmek.

Algımızı ve görüşümüzü bulanıklaştıran bütün kinlerden, hesaplardan, açgözlülüklerden, nefretten, kibirden, öfkeden, hırstan, yıkımdan, mücadeleden ve savaşmaktan vazgeçip içinize yürümemiz ve yüreğimizin sesine kulak vermemiz gerekiyor.


İnsanlık Medeniyeti; yeniden yapılanmasını ve değişimini; yeni bir var oluş biçimini akıllıca sevgiyle seçmekle gerçekleştirebilir.

Her zaman siz ve diğerleri vardı hep bir şeylerden ayrıydınız. Asla tam ve bütün olamadınız. Siz ve diğerleri.

Bütün olmak tıpkı bir kuş gibi uçmaktır. Hafifliktir. Mutluluktur. Coşkudur. Sevinçtir. Aşktır. Paylaşımdır. Dayanışmadır. İyiliktir. Güzelliktir. Adalettir. İlimdir. Bilgidir. Onurdur. Kardeşliktir.

“Siz” dediğiniz varlık kuşun bir kanadı gibidir. “Diğerleri” de kanadın diğer kısmıdır. Nasıl ki bir kuşun uçmak için iki kanadı var ise ve tek kanatlı olarak uçamıyorsa; insanlarda Yaşam Sahnesinde siz ve diğerleri olarak var olursunuz. Tek siz, yani tek kanat olarak uçamazsınız. Diğerleriyle cesurca bütünleşmeniz ve diğerlerinin yüreğinde kendinizi kaybetmeniz gerekir uçabilmeniz için. Dünya toplumu binlerce yıldır tek kanatla “Siz” olarak uçmaya çabalamaktasınız. Siz ve diğerleri, siz ve eşiniz. Siz ve iş arkadaşlarınız siz ve toplum. Ülke(siz ) ve diğer ülkeler toplumlar. Siz ve doğa. Kazanan ve kaybeden.


Nasıl ki sizler burada tek başınıza tek kanatla uçamayacağınızı açık ve net olarak gördüğünüz gibi, siz diğerlerini de kendiniz gibi bilmedikçe, düşünmedikçe, içinize sindiremedikçe, hissetmedikçe ve sevmedikçe uçamazsınız.

Çünkü diğerleri de bu gezegende sizinle birlikte yaşıyor. Onların bu gezegende ve var oluşunuzda bulunması sizin varlığınızın ve mutluluğunuzun teminatıdır.

Diğerlerinin yok oluşu sizinde yok oluşunuzdur.

Bizler hep birlikteyiz.
Asla ayrılmadık.
Ayrı olduğumuza inandırıldık.
Başlangıçtan beri hep birlikteydik.
Ve sonsuz kadar da hep birlikte olacağız.
Varlıkta ve yok oluşta da yine birlikte olacağız.

Uçmak medenileşmektir. Uygar bir dünya toplumu yaratmaktır.


Medeni ve uygar bir dünyayı oluşturmak, dünya toplumunun Evrensel hedefi olmalıdır. Çünkü medeniyet ve uygarlık; toplumun zenginliği ve yüksek teknolojisi demek değildir.

Uygarlık; topluluğu oluşturan varlıkların düşüncelerinde, yaşamlarında birbiri ile ilişkilerinde ve ürettikleri değerleri paylaşımlarında ve kullanma amaçlarında, üzerinde yaşadıkları gezegen ve Evrenle bütünleşmelerinde ne kadar bilinçlerinin gelişkin olduğu ile ilgilidir.

Dünya toplumu olarak teknolojik bir toplumuz, zenginiz, zekiyiz diyebiliriz. Fakat asla uygar ve medeni değiliz.

Çünkü diğerlerini unuttuk. Bütünü unuttuk.

Medenileşmek, diğerleriyle, yaşamla, gezegenle, Evrenle ilgili “sorumluluk almak” demektir;
Sorumluluk almak, diğerlerini, Yaşamı- Gezegeni, Evreni de yükseltmek, yüceltmek ve tüm güzellikleri sevgiyle paylaşabilme Bilincidir.


Dünya toplumlarının bir kısmının kendini uygar ve medeni olarak adlandırması da bir şeyi ifade etmez.
Ne zamanki; dünyada aç ve sefalet ve şiddet içinde bir insan kalmazsa, işte o zaman uygar olabilirler.


Ne zaman ki insanoğlu dünyaya hükmetmez, dünyanın ve diğerlerinin bir hizmetkarı olur sevinci coşkuyu tamamlanmayı diğerleriyle bütün olmakta ve hizmetin sevincinde bulur, işte o zaman medenileşir.

Ne zaman ki insanoğlu dünyayı zalimce tüketmekten vazgeçip, yeryüzünde yaptığı bütün pislikleri temizler ve gezegeni yüreğine alabilirse medenileşir.

Ne zaman ki İnsanoğlu silahını savaş meydanlarından, savaşmanın mantıksızlığını ve yıkıcılığını görerek ve diğerleriyle kucaklaşarak terk eder ve bir daha asla dönmezse işte o zaman medenileşir.

Ne zaman ki insanoğlu nefsinin aç gözünü maddeden çekerek ruhunun derinliklerine yönelterek, muhteşem medeniyetini ruhundan çekip çıkartabilirse işte o zaman medenileşir.

Ne zaman ki insanoğlu şimdiki toplumsal Bilince ölüp tıpkı bir Anka kuşu gibi kendini küllerinden yeniden bir İnsanoğlu olarak yaratabilirse işte o zaman medenileşir.

Hiçbir insan ve hiçbir ülke, diğer bir insanın ve dünyanın sefalet, korku, açlık, hastalık, savaşla baskı altında yaşadığı bir dünyada, onunla aynı mekanı paylaştığı ve yaşadığı sürece; ne medeni sayılır ne de uygar.

Bu nedenle İnsan değişmelidir. Bilinçli olarak yeni bir var oluşa geçmelidir.

Siz seçim yapmazsanız, sizin adınıza seçim yapılacak ve gücü elinde tutanlar ve yıllardır dünya insanlığının açlık ve sefalet içinde olmasına aldırmayanlar tarafından bir seçim yapılacak.

Siz değişimi, sevgiyi ve diğerleriyle kucaklaşmayı bütün olmayı, medeni muhteşem bir toplum olmayı, ve gezegeninizi seçiniz.

Seçtiğiniz muhteşemliği ve sizi asla unutmayınız ve gereği neyse yapınız.

Binlerce yıldan beri dünyamızda yaşamız bilge kişiler aynı şeyi söylediler.
Siz ne iseniz dünyada öyledir.
Siz değişirseniz dünyada değişir.
Her şey size bağlı. Sizin değişiminize bağlı.
Siz değiştiğiniz için dünyada değişecektir. Bundan emin olunuz.

İnsanlığın tek düşmanı cahilliktir. Cahillik kendinizden ayrı olmanızdır. Kendinizden ayrı olduğunuzda diğerlerinden sevgiden ve gerçek bilgiden de ayrılırsınız.

Uçmak uygarlaşmak, medenileşmektir.


Dünya gezegeninde;
Birimiz hepimiz için, hepimiz birimiz için olma vaktimiz geldi.
İnsan insan bilincine evrilme vaktimiz geldi.
Herkes için bolluk sağlık sevgi aşk huzur içinde yaşama vaktimiz geldi.
İnsan kardeşlerimizi af etme paylaşma yardımlaşma dayanışma vaktimiz geldi.
İnsanlık olarak nefsimize ölüp, evrensel bir insanoğlu kimliğinde yeniden doğma vaktimiz geldi.
Karanlıkların savaşların yoksulluğun, acıların ayrılıkların, şiddetin, sefilliğin içinde güneş gibi doğmak vaktimiz geldi.
Şimdi her şeyi bir kenara bırakıp yalnızca sevgi için var olma ve sevgiden ve kendimizden daha azına ödün vermeme vaktimiz geldi.

Şimdi üzerinde yaşadığımız Dünya Gezegeni ve İnsanlık için; söylenmeyeni söyleme, yapılamayanı yapma, cesaret edilemeyene cesaret etme ve son sözü son kez haykırma vakti geldi.

Şimdi bir adım öne çıkıp “Kendimize” yürüme “Gezegenimizi” şifalandırma ve yüceltme vaktimiz geldi.

Ve bütün bunları yapabilmek için, bu gücü içinizde bulabilmek için sevginin ne olduğunu, yaşamın devamı için nasıl gerekli olduğunu ve “Sevginin” dünyayı değiştirebilecek ve asla tükenmeyecek sonsuz bir güç olduğunu anlamak ve hayatımızda “Gerçek” kılmamız gerekiyor. Ve sevgi insanın içine, mana anlamına sevgiyle yaptığı bir yolculuktur. Ve bu yolculukta bütün sözcükler ve ayrılıklar düşer insanın yüreğinden. Ve siz sevgi olursunuz. Siz değişirsiniz. Siz değiştiğinizde diğerleri ve dünya değişir.
Dünya ve insanlar birbirinin içinde dönen bir çark gibidir. Bir değirmendir. Çarkın bir dişlisi bile değişse, hepsi değişmek; dönüşünü ve kendini değiştirmek zorundadır. Yoksa çark dönmez.

Bundan başka ne şekilde anlatılırsa anlatılsın ne yapılırsa yapılsın boştur. Acı bir düşün içinde oyalanıştır. Ve İnsanlığı oyalayıştır.


Şimdi bir adım öne çıkıp “Kendimize” yürüme vaktimiz geldi.


“GİDECEK BAŞKA DÜNYAMIZ YOK. VAKİT ÇOK GEÇ OLMADAN BİRLİKTE YÜRÜYELİM. İNSAN ONURUNA YAKIŞAN DAHA YEŞİL BİR DÜNYADA YAŞAMAK İÇİN”


Yazan Nilgün Nart


Küresel Isınma Vakfı’nı kurma çalışmalarımız başladı.
“Küresel ısınma ve Sevgi Bilinci” ile ilgili yazılarımın ve çalışmalarımın tamamı Vakıfa aittir. Ve bütün Bir Eylemle yürütülecek organizasyonun küçük bir bölümüdür. Bu nedenle yazıları orijinal haliyle kullanmanızı rica ediyoruz.

Küresel ısınma ile ilgili diğer yazıları okumak ve gelişmelerden haberdar olmak için tıklayınız….
http://www.kuresel-isinma.org

5 Eylül 2007 Çarşamba

İNSAN TADINDA YAŞAMAK

İNSAN TADINDA YAŞAMAK


Güneşin sıcaklığında, okyanusun derinliğinde, bulutun hafifliğinde, aşkın kucağında, rüzgarın her esintisinde “Kendine” savrularak yaşamak.

Anlaşılmış olmanın mutlu derinliğinde, kucaklaşmanın sevincinde, verebilmenin yüceliğinde, yüreğini insan kardeşlerinin yüreklerinde kaybederek, kaybolmuşluğun sarhoşluğu içinde var olabilmek.

Yaşamı İnsan tadında yaşayabilmek.

Damla damla Yaşamın her hücrene sızmasına izin vermek ve “Kendini” var oluşun sevinciyle kutlayabilmek

Gecenin koyu karanlığında, şafağın sökeceğini, ektiğin tohumların vakti saatinde yeşereceğini, kara bulutların içinden rahmetin yağacağını, acının arkasında sevincin beklediğini, yalanın doğruyla beraber gelip gittiğini, öfkenin de sevgiden doğduğuna tanık olmak.

Dünya denen gezegende, Hayat Oyunun her sahnesindeyiz.
Biz varsak dünya anlamlı.
Biz dünyaya bir anlam verdiğimiz için Yaşam anlamlı.
Biz varsak sevgi nefret var.
Biz varsak acı keder var.
Biz varsak yaşam ve ölüm var.
Biz varsak başlangıç ve son var.

Yaşamın; bütün maddi manevi her türlü aracı, tuvale düşmüş bir parça renk gibi. Bir ise ressam edasıyla Yaşam sahnesini her fırça darbesiyle renkten renge boyayan ve anlamı yaratmaya çalışan sanatçılarız. Yarattığımız anlamların içinde saklanıyoruz. Bazen de kendimizi bu anlamların içine hapsediyoruz.

Hepimizin hep birlikte kendi renklerimizle boyadığı dünya sahnesine bakarsak karanlık ve manası belli olmayan bir anlatım gibiyiz. Hapsolmuşuz kendi İnsanoğlu renklerimizin içinde.
Dramın, kederin, acının sefaleti, ayrılığın, açlığın, savaşın, açgözlülüğün, kibrin, nefretin renkleri var dünya gezgenin de.
Hatta resim bile denemez, kabataslak bir karikatür gibi duruyoruz, bin bir ışıltılı renkleriyle parlayana Evrenin kuytu bir köşesinde.

Binyıllarca gelip büyük yaşam üstatları bizlere dersler verdi ama biz hiç birini sanırım anlamadık. Ya da anladıklarımızı da kendi renklerimizle bulandırdık.

İnsanoğlunun kendisini, fırçasını, renklerini değiştirme zamanı geldi.
İnsanoğlunun Kadim Zihnin karikatüründen çıkma zamanı geldi.

İnsanoğlunun şimdi muhteşem bir Yaşam Tablosunu yaratma vakti geldi.

Binlerce yıldan bu yana yaşanan her şey, bu muhteşem Tabloyu yaratmak içindi.

Şimdi sadece siyah ve tonlar yok elimizde. Gökkuşağının bütün renkleri ve tonları ışıltıyla duruyor tuvalimizde.

Sevgi ve aşkla, kendimize imanla, özgürcesine boyayabiliriz tablomuzu.

Yeter ki; yüreğimizin içindeki ilhamın fısıltılarını duyabilelim.
Yeter ki; “Kendimizin” en güzeli yaratabileceğine iman edelim.

İnsanoğlunun şimdiye kadar yeryüzünde üretmiş olduğu hiçbir şeyden vazgeçmesi gerekmiyor. Veya bırakması gerekmiyor.
İnsanoğlunun sadece kendinde ne var ise; inançlarını düşüncelerini, duygularını diğer kardeşlerini ve hatta tüm Evreni içine alacak kadar genişletmesi gerekiyor.
İnsanoğlunun genişlemesi gerekiyor.

Genişlemek; olmakta olanı içine sindirmek demek.
İçine sindirmek demek; her ne olduysa veya oluyorsa hoşgörüyle kabul edip, “Kendiniz” olmaya devam edebilmek demek.
Olmakta olanı da içinize alarak “Kendiniz” olmak demek.

Olmakta olanı içinize alarak genişlediğinizde ve onunla “Kendiniz” olmaya devam edebildiğinizde, olmakta olan da sizin kendinizle renklenecek ve “Kendinizde” olan sizde yerini alacaktır.
Olmakta olanın Sizin genişlemiş halinizde manası değişecektir. Ve her genişlediğinizin ve içine alabildiğinizin, siz olduğunu genişlemiş “Kendinizde” görebildiğinizde tabloyu nasıl da tamamladığını fark edeceksiniz.

Yaşam sürekli genişlemektir. Bir yerden bakıldığında sürekli değişimdir.
Değişim; sürekli genişleyen “Kendinizin” eylem halidir. Bir önceki Kendiniz değilsinizdir. Her An yenisinizdir.

Her an yeni “Kendinizin” tadında olmak, Yaşamı insan tadında yaşamaktır.

Bütün bu Evren denen Kaosun ortasında; Yaşamı anlamlı kılabilmektir.
Kendin için, sevdiklerin için, insan kardeşlerin için belki de dünya için yaşamı insan tadında yaşanabilir kılmaktır.

Yaşamı anlamlı kılmak; sevgiyi, aşkı, sevinci, bereketi, başarıyı, sevinci, coşkuyu çoğaltmak ve diğerleriyle paylaşabilmektir.

Paylaşmak, diğerlerinin yüreğinde kendinizi kaybedebilmektir.

Güneşle doğmak, geceyle uykuya yatmaktır, kuşlarla şarkı söylemek, topraktan bir çiçekle birlikte yeniden filiz vermektir, denizin dalgalarıyla kumsallara vurmak, yağmurla birlikte yağmaktır.
Bazen bir çocuğun yüzündeki gülümseme, bazen de yaşlı bir teyzenin duası olmaktır. Bazen bilen bazen bilmeyen olmaktır, Bazen öğreten bazen öğrenen olmaktır.
Bazen umut bazen de çare olmaktır.

Bütün bu dünya denen kesmekeşin ortasında her güne sevinçle başlayabilmek ve coşkuyla günü tamamlayabilmektir. Her şey ters giderken ve herkes halinden şikayet ederken, siz kendinize ve yaşama inandığınız için, diğerlerine her şey yolunda diye gülümseyebilmektir. Dengede, sevgide ve kendinizde kalabilmektir.

Evren denen kaosun ortasından ve dünya kesmekeşinin içinden en muhteşem renkleri seçerek bir şaheser, bir başyapıt yaratabilmektir.

Yaşamdan ve kendinizden illaki bir şaheser yaratmak istemiyorsanız bu da pekaladır.

Hatta anlamlı bir yaşam sürme zorunluluğu bile yoktur. Bu da pekaladır.

Seçim İnsanoğlunun kendisine aittir.

Bütün renkler ihtişamla önünüzde serili durmaktadır. Tuval fırça ve siz de oradasınız.

Ne dilerseniz dünyaya ve evrene o renkleri sürün.
Resmin karşısına geçip baktığınızda yeter ki seyredebileceğiniz bir şey olsun.

Karalama bir şeyler yapacaksanız o da pekaladır.

Yalnız her şeyin, bütün kullanılan malzemelerin tek seferlik olduğunu unutmayın.

Bütünlük bitmiş bir tablo gibidir.
Huzur ve hayret içerisinde seyredilmek içindir.
Yaşamın coşkusu resmi yaparken, her fırça darbesinde ve onun neye benzeyeceğini anlamaya ve bulmaya çalışırken duyulur.
Coşku doruk noktasına vardığında yerini dinginliğe bırakır.
Ve siz eserinizi huşu içinde seyredebilirsiniz.
Dinginlik; yaşanmış tüm coşkuların ve sevinçlerin toplu olarak vardığı yerdir.

Ve dinginlik yaşamı insan tadında yaşamış ve yaşıyor olduğunuzun onayıdır.

Yaşamı insan tadında yaşayınız. Bu sizin en doğal hakkınız.
Daha azına asla razı olmayınız.



Yazan Nilgün Nart

UNUTMUŞUM

UNUTMUŞUM

Barışı isterken savaşı da beraber çağırdığımı, zevkin içinde acının olduğunu, yalnızca tek başına doğruyu kabul ederken arkasında hemen yanlışın da bulunduğunu, karşıtların; dualistik sistem gereği birlikte gelip gittiklerini,

Kendi Gerçekliğimin, Gönül dergahımda olduğunu, dışarı gittikçe kendimden uzaklaşacağımı, içime yürüdükçe cennetime varacağımı,

Gözüme görünen, kulağıma gelen ve deneyimime katılan her şeyin beni bana yansıtan bir ayna olduğunu, gitmesi gerekenlerden arınıp, yüreğimin seçimlerinde cesurca durmam gerektiğini,

Kanal mesajlarını, medyumları, hocalarımı, gurularımı kitaplarımı her an yanımda taşıyamayacağımı ve içime yürüdüğüm yolda bir yerde ve bir An’da onları da sevgiyle bırakmam gerektiğini,

Herkesin ancak ve ancak kendisi olabileceğini, hiç kimsenin benim Gerçeğimi ifade edemeyeceğini, bilemeyeceğini ve görmeyeceğini,

Ben dengelendiğimde dünyanın da benimle dengeleneceğini, ben değiştiğimde dünyanın da değişeceğini, sadece ve sadece kendimi değiştirebileceğimi,

Kurtarılacak kimsenin olmadığını, beni de kimsenin kurtaramayacağını, yapmam gerekenin, “kendimden” “yüreğimden” başka her şeyi bırakmam gerektiğini,

Benim gerçeğimin doğru veya iyi olması gerekmediğini, yalnızca benim Gerçeğim olması gerektiğini ve yüreğimde oturanın, diğer herkesin de yüreğinde oturan O’ndan başkası olmadığını,

Her şeyin, her An, mükemmel bir sistem ve eşzamanlılık içinde, herkesin ve her şeyin hayrına lütufkar zarif ve nezaketle gerçekleştiğine iman etmeyi unutmuşum.

Şimdi – Burada; kapısını çaldığım ve asırlardır önünde beklediğim; Aşkın, Sevgin, Güzelin, İyinin, Başarının, Huzurun, Dinginliğin, Bereketin, Mutluluğun ve aradığım her şeyin ve “Kendimin” orada olduğu Gönül Dergahıma giriyorum.
Ve hiçbir şeyden hiçbir şekilde ayrılmadığımı anladığım yerde, her şeyi sonsuza kadar bağışlamayı, kucaklaşmayı; İnsan kardeşlerime, Dünyaya Evrenlere ışığımla, sevgiyle ve aşkla yansımayı seçiyorum.

Bu Dünyada; Ruhumun asaletinde, sevginin aşkın hatırında, güzelliğin doğasında İnsan tadında yaşamak için

Yazan Nilgün Nart

TANRI DA AGLAR

TANRI DA AGLAR


Elini ve yüreğini açanların önünden sefilliğe, çaresizliğe ve acıya göz yumarak sessizce geçip gittiğimde,

Yalanın dolanın çirkinliğin, güzelden doğrudan iyiden daha çok rağbet gördüğüne tanıklık ettiğimde,

Yaşam ve Savaş meydanlarında binlerce kardeşimle birlikte yüreğimdeki ışığa sevgiye ve umuda her ölüşümde

Açgözlülüğünden ve kibrinden gönlü kör olmuş insanoğlunun an be an dünyayı yağmaladığını gördüğümde

Yanlışa, yalana, dolana, talana, eziyete, cefaya, acıya, sefilliğe, rezilliğe, “Olmakta Olan” diyerek sessizce gözlerimi ve yüreğimi her kapayışımda,

“Kendi Gerçeğim” olmama engel olan ve tutsağı olduğum her maddeyi, duyguyu, kalıbı, inancı, öğretiyi, sınırı, kişiyi, kurumu, söylemi, nefsin küçük benlerini terk edemediğimde

Şimdi – Burada,
Yaşamın azizliği için Ruhun asaletinde
Sevginin hatırı için Aşkın Sonsuz kapısında
Güzelliğin doğası için Seçimlerimde
Gerçek olmak için kendimde
Dengede kalmak için merkezimde

Ve en önemlisi “kendim” ve diğerleri için; “İnsanoğlu” olmak için; iyiliğin, güzelliğin, sevginin, aşkın, huzurun, barışın, bereketin çoğalması ve yansıması adına, onurumda, samimiyetimde, dürüstlüğümde, eylemimde, irademde duramadığımda Tanrı’da ağlar.

Siz yaşamda, yaşamda siz de olduğunda güzeldir.
Her bir adım kendinize, yüreğinize yol alıyorsa anlamlıdır.


Yazan Nilgün Nart

NE YAZIK

NE YAZIK

Entelektüelliğini tıkıştırılmış bilgilerini, Bilgelikmiş gibi sunanlara

Nefsin gelgitlerini ve yalanlarını, her An’da yeni olmayla karıştıranlara

Kırılganlığını ve kargaşasını, içine dönmeyle maskeleyenlere

Bir arpa boyu yol gitmeyi, marifet sananlara

Değişik bir şey söylemek için, eski yargıları ters yüz edip yine yargılayanlara

Anlamsız her şeyi bir araya getirip, yeniçağ bilgisi diye anlatanlara

Nefsin daldan dala konuşlarını, değişim diye adlandıranlara

İnsan kardeşleri arsında ayrılık yaratmayı, birleştiriyormuş edasıyla sunanlara

İnsanoğlunu ve ürettiği her şeyi aşağılayıp, “Bütünün en yüksek hayrı için” sözüyle bitirenlere

İnsanı robot gibi, sözlerle programlamaya, “şimdi seni arındırıyorum” diye başlayanlara

Diğerlerini içine sindiremeyişini ve öfkesini, sınırsızlık ve özgürlük sananlara

Düşkünlüklerini ve bağımlılıklarını, farklılık olarak kabul edenlere

İtişmeyi kakışmayı didişmeyi, uzlaşma yolu olarak seçenlere

Nefsin sapkınlıklarını, İlahi Aşk sananlara

İnsan kardeşleriyle alay etmeyi ve tacizi, neşeli olmakla karıştıranlara

Nefsin açgözlülük ve sahiplenme heyecanını, yaşamın coşkusuna tercih edenlere

Kendinden başka çalmadık kapı bırakmamayı, arayış sananlara

Her kesin ve her şeyin karşısında olarak, “”kendisi” olanlara

Herkesi aptal, geri ve her şeyi eski ilan edip, yeniçağ çığırtkanlığı yapanlara

Dünyada çalacak bir dost kapısı olmamasını, yükselişin Tekbaşınalığı sananlara

Yaşamdan ve diğerlerinden çekingenliğini ve korkaklığını, saygı olarak algılayanlara

Onursuzluğunu ve sevgisizliğini, izin vermekle karıştıranlara

Vurdumduymazlığını ve konfora düşkünlüğünü, şefkat olarak görenlere

Bencilliğini ve nefsini, ilahi hak olarak algılayanlara

Nefsi terk etmeyi, dünya nimetlerini terk etmek olarak bilenlere


Her şey olup da, bir dostun gönlüne dost olamayanlara
Yüreğinde, “Kendine” ve diğerlerine taht kuramayanlara

Her şeyi bilip de, Kendine ve İnsanlığa; umut aşk sevgi ve rahmet olamayanlara NE YAZIK

“Kendinde” sevgiyle genişleyen, emeğini insan kardeşlerinden esirgemeyen, içsel samimiyetinde ve dürüstlüğünde duran, okyanusa vardığında insan kardeşlerini bulan, maskelerini sonsuza kadar terk etmiş, yalın, sade, yakın, olgun, cesur, sıradan olana, Yaşamı ve İnsanı aziz tutana ve ölmeden önce gerçekten ölene NE KUTLU.

Yazan Nilgün Nart

1 Eylül 2007 Cumartesi

MEVLANA VE SEVGİ

MEVLANA VE SEVGİ



2007 senesi Mevlana’nın doğumunun 800 yılıdır. Aynı zamanda Unesco tarafından Mevlana Dünya Sevgi ve barış senesi olarak ilan edilmiştir.

Mevlana’nın engin insan sevgisini, hoş görülemeyeni hoş gören anlayışını, af edilemeyeni tekrar tekrar dergahına sevgiye ve aşka davetini ve insanı yaşamı aşkı ve sevgiyi aziz tutuşunu anlamak belki de bir ömrü harcamayı gerektirir.
En zor olanı ise Hazretin insanın özüne olan sevgisini kısacık bir zamanda aktarabilmektir.

Aşk ve sevgi nasıl anlatılabilsin ki. Aşk ve sevgi anlatılamaz olandır. Tanımlanamaz olandır. Yaşanması gerekir. Hissedilmesi gerekir.

Sevgi Şifadır. Sevgi Güçtür. Sevgi değişimin sihridir.
Ve sevgi nedensiz nedendir.
Sevginin bir nedeni yoktur. Gündemi yoktur. Düşünceye duyguya ve maddi şeylere bağımlı değildir.
Evrenin nedeni yoktur. Sadece basitçe vardırlar ve akarlar. Olurlar. Sevgi gibi.
Sevgi dağda açan bir çiçek gibidir. Hiç kimse o çiçeği koklamasa, muhteşem renklerinin farkına varamasa da, ÇİÇEK AÇAR. Sevgi Ruhun Duruşudur.

Mevlana der ki
“Sen düşünceden ibaretsin. Geriye kalan et ve kemiksin. Gül düşünürsen gülistan olursun, Diken düşünürsen, dikenlik olursun.”

Ne düşünürseniz O’sunuz.

Sevgiyi düşündüğünüzde ve tüm ruhunuzda hissettiğinizde sadece seversiniz. Ve sevgi olursunuz.
Doğal olan sevgidir. Sevmektir.
Çünkü sevgi Hayattır. Evrenleri, dünyayı ve bedenlerimizi bir arada tutan güç İlahi Sevgidir.
Sevgi dünyaya bağışlanmış 5. Elementtir. Ateş-Su-Toprak-Hava dan oluşan dünyamızı bir arada tutan çekim gücü sevgidir.

Doğal olmayan İnsanoğlunun sevgiden sapmasıdır.

Binlerce yıldır yeryüzünde süregelen şiddetin, acımasızlığın, sefilliğin, savaşların ve her birimizin kalabalıklar içinde yalnız olmamızın ve bu dünyada artık gidecek bir yer bulamamızın nedeni sevgiden ayrılmamızdır.

Birbirimizi, insan kardeşlerimizi sevmeyi unuttuk. Yaşamın gerçek özünü ve manasını unuttuk.
Mevlana der ki “Sevgiden acılar tatlılaşır; sevgi yüzünden bakırlar, altın olur; sevgi yüzünden tortular durulur, arınır; sevgiden dertler şifa bulur; sevgi yüzünden padişah kul kesilir.”
İnsanın gerçek bir insanoğlu olabilmesi için bize öğütte bulunur.
Der ki;

Cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol
Şefkat ve merhamette güneş gibi ol
Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol
Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol
Tevazu ve alçakgönüllülükte toprak gibi ol
Hoşgörülülükte güneş gibi ol
Ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol

Bütün mesele insanoğlunun dürüst olmamamsından kaynaklanır. Çünkü insan kutsal kitaplarda anlatılan nefsinin etkisi altındadır ve uyumaktadır. Nefs insanı hayatı boyu çıkmaz sokakların karanlıklarında dolaştıran, acıyla kederle mücadeleyle düşmanlıkla nefretle kinle beslenen ayıran bölen bir benlikler topluluğudur. İsteklerinin ardı arkası gelmez. Bütün dünyayı verseniz yine de mutlu olmaz.
Bu nedenle nefsi terk etmek, gerçek insan olmaktır. Ve nefis terk edildiğinde Ruh yani Efendi güneş gibi karanlıkların içine doğar. Güneş sevgidir. Sevgi Kendiniz olmaktır. Ne iseniz o olmaktır.

Kendiniz olmanın temel şartı da dürüst olmaktır. Dürüstlük insan olmanın en büyük erdemidir.

Yaşadığımız yüzyılda herkes, her şeyi kendi gözlüklerinin ardından ve kendi egosal dürüstlüğüne göre değerlendirmekte ve dürüstlük kendi çıkarlarımıza ve arzularımızın tatmin edilmesine uygun olarak şekil değiştirmektedir. Ve bin bir kılığa girmekte. Neden, nasıl dürüst olmamız gerektiği ise çoktan unutulmuş durumdadır. Gerçek insan olmak için, İnsanoğlu olmak için dürüst olmalıyız.

Yoksa Mevlana’nın dediği gibi ikiyi Bir edemeyiz. “Nice insanlar gördüm üzerinde elbisesi yok. Nice elbiseler gördüm içinde insan yok…”

Dürüst olmak ve “Kendimiz” olmak hem elbisemizin olması hem de içinde gerçek İnsan olan bizim olmamız demektir.

Neden dürüst olmalıyız biliyor musunuz?

Dünya gezegeninde insan onuruna yakışır bir şekilde, insan tadında yaşamak, gerçek bir insan olmak için ve diğer insan kardeşlerimizin yaşamasına da yardımcı olmak için dürüst olmamız gerekiyor.

Ne ekerseniz onu biçersiniz. Tasavvufa göre dünya bir aynalar evrenidir. Siz kendinizde dürüstlüğü ve kendine samimiyeti yaşadıkça ve “oldukça” size diğer insanlardan gelen yansımalarda dürüstlük ve samimiyet olacaktır.
Ayna size, sizden başkasını gösteremez.

Dürüstlük bulaşıcıdır ve güçlü – cesur kişiliği de beraberinde getirir.
Siz dürüst olunca diğerleri de dürüst olmak zorunda kalacaktır.

Ve bu yıldan başlayarak Mevlana’nın engin insan sevgisinin ve bilgeliğinin, İnsanoğluna yol göstermesini diliyorum.

Mevlana yüzyıllar öncesinden “Sevgi ve merhamet insanlığın; hiddet ve şehvet ise hayvanlığın vasıflarındandır” der ve savaşın, çocukların kavgasına benzeterek; hepsini de anlamsız ve saçma olduğunu söyler

Savaş yeryüzüne ve yüreklerimize kederden açıdan ve sefaletten başka bir şey getirmemiştir. İnsanlığın kendini bilmekten, bildikten sonra değişmekten başka çaresi yoktur.
Hatırlaması gereken şey ise İnsanın sevgi olduğu ve sevginin her şeyin çaresi olduğudur.
Senin canının içinde bir can var, o canı ara!Senin dağının içinde bir hazine var, o hazineyi ara!

Hazine sevgidir. Sevgi Ruhtur. Ve ruh barıştır. Ruh huzurdur.

Ve dünyamızın barışa, huzura ve sevgiye ihtiyacı var. Yani her birinizin içindeki sevgiyi açığa çıkarmanıza ihtiyacı var.

Siz sevgi olduğunuzda nihayet İnsan kardeşlerinizle insan tadında huzur içinde bu dünyada yaşayabilirsiniz.
Ve yaşadığınız gezeğenin, gezegen üzerinde var olan her bir canlının, cansızın değerini bilirsiniz. Çünkü siz her şey ile dengedesinizdir. Her şey siz olan bütünün eksiksiz bir parçasıdır.

Mevlana gibi herkesi ve her şeyi kabul edebilecek ve bağışlayabilecek, hoş görecek, Evren kadar geniş bir yüreğe sahip olursunuz.

Hiç bir zaman geç kalmadınız….kaç kere yoldan dönmüşte olsanız, kaç kere döndürülmüşte olsanız, dünyanın bütün günahını taşıyor da olsanız, hayatınızdaki her şeyden kendinizi suçlu hissediyor da olsanız, kendinizin “Yüreğiniz” tarafından kabul edileceğine inanmıyor olsanız da…siz yine de “Kendinize-Yüreğinize” yürüyün. Hiç kimse size inanmasa da siz kendinize inanın.

“gelin, ne olursanız olun yine gelin. İster kafir olun ister Mecusi ister puta tapan olun yine gelin. Bizim dergahımız, ümitsizlik dergahı değil. Yüz kere tövbenizi bozmuş olsanız da yine gelin.
Hepimizin gönlü hepimize Mevlana kadar açık olsun.
Çünkü hepimiz Mevlana’nın dediği gibi Tanrı’nın sırrının sırrıyız. Ve İlahi güzelliğin aynasıyız.

Mevlana’nın insanı gönül dergahına sevgiye çağırışında ki aşk öyle bir aşktır ki, ham iken pişmeyi ve yanmayı gerektirir.

Sevgiyi aşkı bilmeyen gönül hamdır. Aşk ateştir. Eriyiştir. Erimek, şimdiye kadar bildiğimiz her şeye ölmek demektir. Yeni olmak yenilenmek yeniden doğmak demektir.

Dünyada hiçbir şey yeni değildir. Yeni gibi görünür ama her şey eskidir. Her gün aynı karanlığı acıyı sefaleti yozlaşmayı didişmeyi mücadeleyi yaşamaktan yorgun yüreklerimiz, sıradan günlerin ve olağan duygusuzlukların içinde tükenip biter. Bütün mücadele kendimizi oyalayıştır.
Ve Yeni İnsan, Evrensel İnsan, Aşktan doğacaktır.
Şimdiye kadar sahip olduğu ve bildiği her şeye aşk için ölerek ve aşk içinde eriyerek küllerinden yeniden doğacaktır.

Küllerinden yeniden doğan insanlık medeni ve uygar bir insanlık Medeniyetini de kuracaktır.

Dünya gezegeninde savaşları çıkartan, açlığa sefilliğe neden olan açgözlü insanoğlu medeni değildir.

Medeniyet ve uygarlık; bir takım toplumların gurupların kişilerin zenginliği refahı ve yüksek teknolojisi demek değildir.

Hiçbir insan ve hiçbir ülke, diğer bir insanın ve dünyanın sefalet, korku, açlık, hastalık, savaş baskı altında yaşadığı bir dünyada, onunla aynı mekanı paylaştığı ve yaşadığı sürece; ne medeni sayılır ne de uygar.

Uygarlık; topluluğu oluşturan varlıkların düşüncelerinde, yaşamlarında bir biri ile ilişkilerinde ve ürettikleri değerleri paylaşımlarında ve kullanma amaçlarında, üzerinde yaşadıkları gezegen ve Evrenle bütünleşmelerinde ne kadar bilinçlerinin gelişkin olduğu ile ilgilidir.

Medenileşmek, diğerleriyle, yaşamla, gezegenle, Evrenle ilgili “sorumluluk almak” demektir;
Sorumluluk almak, diğerlerini, Yaşamı- Gezegeni, Evreni de yükseltmek, yüceltmek ve tüm güzellikleri sevgiyle paylaşabilme Bilincidir.


Ne zaman ki insanoğlu dünyaya hükmetmez, dünyanın ve diğerlerinin bir hizmetkarı olur sevinci coşkuyu tamamlanmayı diğerleriyle bütün olmakta ve hizmetin sevincinde bulur ise,

Ne zaman ki insanoğlu dünyayı zalimce tüketmekten ve yok etmekten vazgeçip, yeryüzünde yaptığı bütün pislikleri temizler ve gezegeni yüreğine alabilirse,

Ne zaman ki İnsanoğlu silahını savaş meydanlarından, savaşmanın mantıksızlığını ve yıkıcılığını görerek ve diğerleriyle kucaklaşarak terk eder ve bir daha asla dönmezse,


Ne zaman ki İnsanoğlu geçmiş binyılların acı hesaplarını kapatır, sınırları yüreğinde eritir, yürüdüğü yolların çıkmaz sokaklarından dönebilirse,

Ve Hazret der ki “halkın ayrılığı, aykırılığı addan meydana gelir, manaya ulaşan esenleşir” Halkların ayrılığı manaya ulaşıldığında, insan kendisi olduğunda kaybolur. Çünkü Birlik ve hakikat Güneş gibi bilenlerin görenlerin kalbinde parlamaya başlar.

İşte o zaman, İnsanoğlu medenileşir.
Bundan başka ne şekilde anlatılırsa anlatılsın ne yapılırsa yapılsın boştur. Acı bir düşün içinde oyalanıştır. Ve İnsanlığı oyalayıştır.

İnsanoğlu için bundan sonra;
Bir gün daha hayatta kalmak yetmez, gözlerini sonsuzluğa çevirmesi gerekir.
Bir adımlık nefes kesmez, bin adımlık bir nefes çekmesi gerek
Bir damla su kandırmaz, okyanusun sevginin sularına dalması gerek
Önünü görmek yetmez, başını kaldırıp dimdik, özlemle uzayda kaybolan ufuk çizgisine bakmak gerek.
Dört duvara ve bir avuç toprağa ait olmak da yetmez, kendini hesapsızca bilinmezin kucağına savurması gerek.

Kitaplardan önce kendimizi okumaya çalışalım! Der Mevlana. Kendini okumak, kendini bilmektir.
Ve sizler yüreğinizden okumaya başladığınızda; bütün insan kardeşlerinize sevgiyi okursunuz. Sevgi olursunuz.

Ve siz dünyada bir fark yaratırsınız. Daha güzel bir dünyada insan tadında yaşamak için Fikirleriniz eylemleriniz fark yaratır
“Fikir ona derler ki bir yol açsın, yol ona derler k; bir hakikate ulaştırsın.”

Ne mutlu gören gözlere bilen kalplere, ne mutlu kendini bilenlere.
Ne kutlu ölmeden önce ölenlere ve gerçek insanoğlu olarak doğanlara.

Ölmeden önce ölebildiğinizde ve gerçeği cümle görünüşte, yüreğinizde bildiğinizde Mevlana ‘yıda yüreğinizde bulursunuz. Mevlana’nın sizi çağırdığı yer gönlündeki koşulsuz sevgisidir. Gönlündeki ebedi dergahıdır. Ve gönül dergahlarımızda yalnızca sevgi vardır.

“Gelmez san bir ziyan ilahi aşktan gönlüm, can gitse de korkma başka bir candır ölüm.”
“Öldüğüm zaman beni toprakta aramayın. Benim mezarım ariflerin gönüllerindedir.” Mevlana


Yazan Nilgün Nart