VERMENİN BİLGELİGİ VE NEZAKETİ
21 yüzyıl; gözlerimizin önüne serdiği şiddet ve acı dolu Dünya ve İnsan dramasına rağmen; İnsanoğlunun uzun Evrim yolcuğunda bir dönüm noktası olacak.
İnsanlık; sefalet, açlık, hastalık, savaş, kargaşa, felaket, yalnızlık ve radikal değişimlerin kaosunda kıvranıyor.
Hep birlikte gidebileceğimiz ve insan Tadında yaşayabileceğimiz bir yer arıyoruz. Uzaklarda böyle bir köy var. Henüz şu An gidemesek de bu köy bizim köyümüz.
Bize yüreğimizin vaad ettiği bir köy. O köyü görebilmemizin tek bir olasılığı var. Yüreğimizde yaşamak. Çünkü sadece kalbimizde yaşayabildiğimizde bu “Köyün” yolları ve kendisi görünür oluyor.
Her şey bizden gelip gittiğinde ve zamanlar tüm An’ları tükettiğinde bile yüreğimiz bizim.
Ve biz yüreğimizde yaşadığımızda, bir çiçek gibi nedensiz açabildiğimizde, yağmur gibi nedensiz yağabildiğimizde, Gerçek İnsanoğlu gibi nedensiz ve amaçsız verebildiğimizde ve paylaşabildiğimizde “Yuva” herkes için görünür olacak. Yaşam, yaşam olacak. Gerçek olacak. Ve Akış olacak.
Akmak basitçe yansımak veya vermektir.
Akışın doğasıyla Bir olmaktır.
Vermek de; vermenin bilgeliğinde, nezaketinde, asaletinde “olunduğunda” vermektir.
Vermek illaki her zaman maddi bir şeyler vermek demek değildir. Bazen bir dostu can kulağıyla dinlemektir. Çiçeğin, böceğin ve yaşamın güzelliğini An’da huşu içinde seyredebilmektir. Komşuna, arkadaşına, sokaktaki insana nedensiz gülümseyebilmektir. Bazen sessizce bir dostun yanında oturup ona sevgiyle sarılabilmektir. Bazen maddi manevi elimizden geldiğince insanlara koşulsuzca elimizi uzatabilmektir.
Çocuğun saf neşesinde, büyüğün mana derinliğinde; ilgiyle, tutkuyla kendimizi ve yaşamı keşfedebilmektir.
Nedensiz bir şekilde var olan her şeyi sevgiyle sarıp sarmalayabilmektir.
An’ları; hazır ve nazır bir şekilde bütün varlıklarla, sevgiyle coşkuyla paylaşabilmektir.
Bu dünyada diğerlerinin de olduğunu ve onlarında bizim gibi aynı üzüntüleri acıları özlemleri olduğunu unutmadan, her yere sevgiyle akmak ve sessizce; güzelliğin doğası için “sevgi” olabilmektir.
Vermek; basitçe Hazır OL’da, An’da yansıma kapasitesidir.
Yaşama An’da sevgiyle yanıt verebilme eğilimidir.
Basitçe Sevgidir.
Sevgiyi çoğaltmaktır.
Zihin devreye girmeden, gönlünüzün dilediğince, içinizden geldiğince; Sevgi olan aslınızı çoğaltma ve deneyimleme,“kendiniz” olma halidir.
Vermenin Bilgeliği farkındalıktan gelir. Farkındalığımız ne kadar yüksekse o kadar yaşama cevap verme, yansıyabilme, akma yeteneğinde oluruz.
Dünyada yaşanan “Kaos”; İnsanoğlu (almadan önce), koşulsuzca, ihtiyaçsızca ve zararsızca vermenin bilgeliğine erebildiğinde, Yeni Varoluşa dönüşebilecektir.
Ne daha önce ne daha sonra.
Çünkü insan nefs denen ayrılık illuzyonu içindedir.
Ve nefs vermeden almak ister. Almak istemesi kendini eksik bilmesinden ve hissetmesindendir. Tamamlanmak ve bütünlenmektir amacı.
Nefsin sınırları, inançları, koşulları, kalıpları, şartları vardır. Sınırları, nefsi bütünden ayırır. Ve nefs ; sınırlarıyla , şartlarıyla tamamlanmak ve bütünlenmek ister.
Ve bir türlü tamamlanamaz. Halkayı kapatamaz.
Halkayı kapatamamasının nedeni sınırlarıdır.
Halbuki sınırlar, yani perdeler kalktığında tamam ve bütün olduğu görülebilir.
Kısaca hiçbir zaman “eksik” olunmadığı fark edilir.
Tamamlanma, “daha fazla” alarak bütünlenme değildir.
Fazla olanın, engel olanın (nefsin), perdenin kaldırılarak tamamlanılmasıdır.
Bütünün görülmesidir.
Aslında Evren koşulsuzca herkesin ve her şeyin üzerine her An Rahmetini yağdırmaktadır. Nefs, sınırlarından ve inançlarından yağan Rahmeti görememektedir. Görse bile sınırlarına ve inançlarınla çelişkiye düştüğü için alamamaktadır.
Ancak ve ancak tamamlanma maksadıyla, karşılık bekleyerek verebilmektedir.
Dünyayı bile alsa, sınırlarının ve inançlarının oluşturduğu hapishanede oturduğu için doymayacaktır. Her alışında biraz daha semirecektir. Daha fazlasını isteyecektir.
Ve bu dünyada nefs için her alışın bir bedeli olacaktır. Dersi olacaktır.
Her ders bir Rahmettir, nefs hapishanesinin bir demir parmaklığını kıracaktır. Şükür içinde olup ders görülebilecek kadar alçak gönüllüyse ve yolu Gönül Dergahına gidiyorsa.
Ve nefsin sınırları olduğu için, bir gün gelir kendi sınırlarında son bulur.
Ve o An geç de olsa bilir ki hiçbir şey asla onun olmamıştır. Hiçbir şeye sahip olamamıştır.
Sonsuz ve sınırsızlıkta, bir nefeslik canı ve bir adımlık kafesi dağılır gider.
Kendisine, armağan edilmiş yaşamı Yaradan’ın, her an her şeye yağan Rahmetini paylaşmak ve yansımak için vesileden başka bir şey değilmiş.
Anlar.
Vakit geçtir. Dersler bir sonraki yaşamlara aktarılır.
Ta ki her yaşamını, her şeyi bir noktada birleştirene kadar. Birleştiği ve bütünlendiği yaşamında, Aşkla Sevgiyle, Sonsuzun kapısına gelene kadar.
Bu kapıda sınırlar, inançlar, kalıplar, kurallar ve bütün nedenler sorular-cevaplar dökülür İnsanoğlunun üzerinden.
Yaşamın ne için olduğu ve nasıl olduğu görülür. Düşler birleşir. Bütünlenir ve tamlanır.
Bu An’da Efendi ihtişamla tıpkı bir Güneş gibi doğar.
İhtiyaçsızdır, zararsızdır, koşulsuzdur.
Evrenle birlikte yağar.
Hazine O’nundur.
Kendisi O’dur.
O hazinedir.
Basitçe “Verir”.
Paylaşır.
Yansır.
Yaşam, Rahmet demektir.
Vermek demektir.
Ortaya çıkmak demektir.
Dolayısıyla nefs, alamadığı için veya kendini kapattığı hapishanesinden dolayı tamamlanamadığı yanılsamasında olduğu için de verememektedir. Akış nefs “engeline” takılır. Tıkanıklık oluşur. Kaos ortaya çıkar.
Kaosun içinden, toz dumanın acının sefaletin ve savaşın orta yerine sahte bir “Güneş” gibi nefs doğar. Diğer “nefslerden” almak ve tamamlanmak için.
Sözüm Ona Nefs;
Kendini bile kurtaramayan, “kurtarıcı” olur.
Duygularına ve düşüncelerine bile hakim değilken, “hükmeden”, buyuran olur.
Yüreğine bile taht kuramayan, şarlatan “kral” olur.
Zulmeden, asan, kesen, dilinin ucunda seven, küçük dağları yaratan olur.
Çünkü eksiktir. Aşağıdadır.
Yukarı çıkamamaktadır. Bütün değildir.
Ancak ve ancak; diğerlerini aşağıya çektiğinde, kendini yukarı çıkarabilmektedir.
Ancak ve ancak; diğerlerinden aldığında, diğerlerini sonsuza kadar her yönüyle sömürebildiğinde bütün (geçici bir yanılsamayla) olabilmektedir.
Ardı arkası gelmez bir yanılsama, Dünya Oyununun ve Evren Oyununun her sahnesinde silsileler halinde, değişik maskeler ve bahanelerle sürmektedir.
Evrende her şey bir çeşit enerji alış verişidir.
Dünyada dahil Evrenin her köşe bucağında nedeni ne olursa olsun ve neye hizmet ederse etsin oynanan oyunun adı temelinde “Enerji alarak veya aşağıya indirerek” tamamlanma OYUNUDUR.
“Aşağısı nasılsa, yukarısı da öyledir.” Heraklitus
(İnsan nasılsa Evrende öyledir)
Evrende; bütün “Varlık Boyutunun” selameti için değişmesi gereken temel budur.
Ve “Varlık Boyutlarının” selameti için;
Şimdiye kadar Dünyada dahil bütün Varlık Boyutlarında yaratılan; korkunun, korkutmanın, değersizliğin, yetersizliğin, bağımlılıkların, hükümranlığın, yüceliğin, alçaklığın, astın, üstün, otoritenin, tutsaklığın, üstün olma ve ezilme ihtiyacının şifalanması gerekmektedir.
İnsan değiştiğinde ve Gerçek İnsanoğlu olduğunda ( El İnsan), Dünyada değişecektir.
Dünya değiştiğinde Evren de değişecektir.
“İnsanoğlu bir hamur teknesi boyundadır; ama, tabiattan da üstündür, kainattan da” Mevlana
Ne mutlu kendi değerini bilenlere, İnsan varlığını sevenlere.
Bu nedenle; İnsanın; kendi değerini bilmekten, merkezinde, dengede kalmaktan ve “Sevgi-Aşk” olmaktan ve koşulsuzca zararsızca ve ihtiyaçsızca vermeyi öğrenmekten başka hiçbir şeye ihtiyacı yoktur.
İnsanoğlunun; cennete cehenneme, cezaya ödüle, kotalara hükmedenlere, yol gösterenlere, yol olanlara, birliklere, katılımlara, uzay gemilerine, boyutlara, yücelere ihtiyacı yoktur.
Yeter ki İnsan; “Kendisi” olsun. Yüreğinde olsun. Sevgi olsun. Aşk Olsun. Yansıma olsun. Akış olsun.
Hepsi, Alemde olan her şey ve olacak olan her şey; öz, yücelik, özgürlük, cennet, barış huzur, sonsuz boyutlar, cevherler, hazineler, hepsi ve her şey
İnsanın yüreğindedir.
Herkesin yüreğinde “O” vardır.
Ve “O” her şeydir.
Ve “Kendisidir”.
Ve İnsan, “kendisi olduğunda” her şeydir.
İhtiyaçsızdır, zararsızdır ve koşulsuzdur.
“Efendidir”
Efendinin yansıdığı yerde, istek olmaz, arzu olmaz. Her arzu ve istek dile gelmeden, ihtiyaç hasıl olmadan çoktan verilmiş, paylaşılmış ve yansıtılmıştır.
Her şey dengede ve huzurdadır. Güneş her yerdedir.
Ve Efendi, Efendiliğini bildiği için, Efendiliği için, Var olduğu için, nefes alabildiği için, Rahmet için, verebildiği- yansıyabildiği için şükreder.
Efendi, sunduğunu alabilecek birilerini bulduğu için şükreder.
Verir. Verebildikçe Şükreder.
Şükrettikçe “kendini” daha fazla hatırlar, her hatırlayış başka bir derinliktir.
Yol uzundur.
Çünkü her An’da sonsuz “kendi” Varlığında bütün boyutlara doğru derinleşir.
Efendi, “Kendisidir ve “Kendisi” sevgidir.
Verme eylemi “Kendisi” olduğu için ve kendinden kendisine olduğu için nazik ve asildir.
Efendinin bir elinin verdiğini diğeri görmez.
Çünkü Efendi Tek’tir. El de Tek’tir.
Alanda kendisidir. Verende kendisidir
Zendeki “Tek elin sesidir”.
Tek, Sessizlik olur.
Sessizce alır sessizce verir.
Efendi; “Kendini” kısaca;"sevgiyi" ve “sevinci” karşılaştığı her canlının varlığında aşkla ve sevgiyle, nazikçe, Ruhunun Asaletinde, ihtiyaç hasıl olmadan sessizce çoğaltandır.
Yaşamın Üstadı olmak ve Onda bir mana bulabilmek, bir anlamda yansıyabilme ve kendimizi çoğaltabilme sanatı değil midir?
Yazan Nilgün Nart
22 Ekim 2007 Pazartesi
7 Ekim 2007 Pazar
SONSUZ AŞK
SONSUZ AŞK
Aşık olan veya Aşk olan, aşkın ne olduğunu soramaz.
Çünkü "cevap" aşktır. Ve bunun sorusu yoktur. Ve birden bire olur.
Aşk, Aşkın ne olduğunu bile sormana fırsat vermez.
Ve Evrende sorusu olmayan Tek cevaptır.
Sorusu olmayan Tek "Cevap" olduğu içinde Nedendir.
Nedensiz Nedendir.
Basitçe olur. Basitçe olunur.
Fiziksel dünyada yaşanan aşkla ilgili, insanın yüreğinde belki sorular olabilir.
Aslında burada da sorular yoktur ama söze dökmek için vardır diyelim.
Fiziksel boyutta yaşanan aşkla ilgili sorular varsa, bunun aşk olup olmadığı anlaşılana kadar, içerde yanmaya başlayan alevle ilgili şüpheler endişeler ve yaşanmasına engel teşkil ettiği düşünülen bütün kalıplar sınırlar; aşkın alevini ya söndürür (genelde söndürür) yada alevini artırır.
Şüphe, endişe, sınırlar, inançlar; hissedilen aşkın üzerine bir tutam toprak bir fiske su biraz hava üflemek gibidir. Aşkın alevi söner. Yada bir parça ateş atmak gibidir. Aşk iyicene tutuşur. Alev alır.
Halbuki Aşk geldiğinde yapılması gereken ne var ney yoksa aleve atmak ve alevi güçlendirmektir. Aşkı güçlendirmektir.
Çünkü; Aşk önemli bir şeydir. Bu Dünyada bir insanın başına gelebilecek tek önemli şeydir. Ve Tanrısal bir Armağandır. Önemsenmesi gerekir. Ve sevgili aşkın kendisidir. Önemlidir.
Aşk ve Aşkın yansıdığı Sevgilinin vuslatına kavuşma arzusu serbest bırakıldığında Aşk yaşanır. Ve aşka engel olan her şey; duygu düşünce sınır kalıp nesneler kişiler her şey istisnasız her şey yakılır. Yakılmaktan maksat, Aşkın yaşanmasına engel olan her türlü “neden” görülür ve bu nedenlerin anlamsızlığını ve saçmalığının “bilişine” varılır. İçsel özgürlük demirlenir. Ve bütün boyutlara dalga dalga yayılır.
Bu An’da yürekte her şey toz duman, bir avuç kül bir avuç kordur. Mantık yavaş yavaş yok olur, düşünceler silinir, sınırlar erir biter. Bu oluşla birlikte huzur ve dinginlik ve teslimiyet yaşanır.
Aşk için; sevgiyle aşkla seve seve Sevgilinin varlığında erime başlar. Her şey Birleşir. Birleşmede iki yürekte yaşanan Aşkın alevi her şeyi yakarak saflaştırır ve damıtır.
Ve küllerinizden yeniden doğarsınız. İçsel özgürlük ilk kez deneyimlenir. İçsel Özgürlüğün ilk kez deneyimlenmesi, yürekteki “Yaşam” coşkusunu tetikler.
İlk kez gerçekten “yaşamak” için bir neden bulunmuştur.
Ve her şeye değerdir. Ve her şeyden bu noktada vazgeçilip, Aşk olduğunuz yerde, vardığınız kutsal An’da bütün gemileri yakarsınız.
Çünkü Aşkı hissettikten sonra aynı zamanda bilirsiniz ki eskisi olmazsınız. Unutamazsınız. Geriye dönmek biçarelik ve sefilliktir. Çıktığınız yerde sonsuza kadar tutsak kalmaktır.
Çünkü Aşk o kadar yoğun ve Gerçektir ki; Ondan başka her neden açıkça çok komik, saçma ve anlamsızdır.
Çünkü; Aşk olduğunda, “kendi” gerçek Varlığınızla karşılaşırsınız. Varlığınız olduğunuz Aşkı hissediştir. İnsan hissediştir.
Mevlana'nın dediği gibi Aşk en büyük öğretmendir.
"Aşk; dünyanın yaratılış sebebidir. Dünya sevgi yüzünden yaratılmıştır. Ruh da sevgisiz var olamaz. Ve insan O'na Aşkla ulaşabilir."
Çünkü; kendi içinde yürümek için ve kendin olman için zaten bütün bu zihinsel hapishanenin dışına çıkman gerekir. Ve Aşkın adım sesleri duyulduğunda kaçmazsanız, olduğunuz yerde durup Aşkı yaşamak için kendinize izin verebilme cesaretini bulursanız, Aşk bunu sizin için doğal yollarla gerçekleştirir. Bu nedenle Aşk Tanrısal bir lütuftur.
Yaşanan Aşkı; içindeki çok boyutluluğunun bütün katmanlarından geçirerek Varlığının her boyutuna taşıyabildiğinde ve sahip olduğunu sandığın her şeyi bu aşkın alevine atıp yakabildiğinde ve onlardan istisnasız vazgeçebildiğinde bütün Varlığında Aşk olursun.
Ve Varlığının "Aşk" olması "kendinin" görülmesidir. Kendinin görülmesi ne olduğunun ve nasıl olduğunun da görülmesi demektir.
Bu Görüş dengenin kendisidir. Kendisi dengedir.
Ruh "Kendini" bildiğinde, kendini de her şey de bilir ve tanır.
Her şey dengededir. Mükemmeldir. Ve muhteşemdir.
Sorular ve cevaplar yoktur. Her şey anlaşılırdır. Temel kavranmıştır.
Ve yüreğinde ne varsa onu yaşar.
Yaşadığı ve yaşanmasına vesile olduğu ve yansıdığı her şeyi de dengeler.
Ve El İnsan, Aşk olmuş İnsandır.
Ve El İnsanın Aşkı sonsuzdur.
Çünkü Efendidir.
Aşkı seçtiği için ve yaşadığı için, Aşk, kişiyi Efendileştirir.
Çünkü Aşk sonsuzdur ve Varlığın “kendisidir”. Ve “Kendi” nedenidir.
Varlık “Kendi” nedeni olduğunda, “Kendisi” olabilir. Tanrısallaşır.
Bu nedenle “Kendisi” ne güçtür, ne de başka bir şey.
Kendisi aşktır. Ve aşkın içinde her şey Oradadır. Tam ve bütün, ihtiyaçsız zararsız ve koşulsuzdur. Yüce ve kutsal.
Ferhat’a, Fiziksel Dünyada sevgilinin vuslatına ermek için dağları deldirten Aşktır. Mecnun çölleri her adımlayışında varlığının bütün boyutlarına yayılan Aşktır. Mevlana’ya, kısa bir süreliğine Şems ile yansıyan ve bütün şiirlerini ve Mesnevisini yazdıran ve Semasında “kendini kendinde” döndüren İlahi Aşktır.
Hizmet ederken, İnsanın Varlığına ve Yaşamın azizliğine duyulan aşktır. Dosta duyulan muhabbettir. Yüreğini; karşılaştığın her yerde ve her şey de kaybetmene neden olan Aşktır. Yükseldiğin her boyutta sonsuza kadar Aşk olursun. Ve sonsuz olursun. Ve her boyutta Ol’ursun.
Alemin görünüşe çıkmışlığında, her varlıkta ve her şeyde sevgiyle koşulsuzca zararsızca ve ihtiyaçsızca yansımadır.
Efendi; olduğu Aşkı ve alevini, yüreğinde ne yaşamak istiyorsa, aynalara sevgiyle ve aşkla yansıtan ve dengeleyendir.
Basitçe “Kendi” Ol’uşunu yaşar.
Bu Ol’uştan doğan yansıma veya eylem; ne güçtür, ne hizmettir, ne görevdir.
Var olmanın dayanılmaz hafifliğinde, Aşk olan “Kendisini” yaşayıştır.
Yazan Nilgün Nart
sevgiyle paylaştım...
http://www.youtube.com/watch?v=V7676EC06oc
Aşık olan veya Aşk olan, aşkın ne olduğunu soramaz.
Çünkü "cevap" aşktır. Ve bunun sorusu yoktur. Ve birden bire olur.
Aşk, Aşkın ne olduğunu bile sormana fırsat vermez.
Ve Evrende sorusu olmayan Tek cevaptır.
Sorusu olmayan Tek "Cevap" olduğu içinde Nedendir.
Nedensiz Nedendir.
Basitçe olur. Basitçe olunur.
Fiziksel dünyada yaşanan aşkla ilgili, insanın yüreğinde belki sorular olabilir.
Aslında burada da sorular yoktur ama söze dökmek için vardır diyelim.
Fiziksel boyutta yaşanan aşkla ilgili sorular varsa, bunun aşk olup olmadığı anlaşılana kadar, içerde yanmaya başlayan alevle ilgili şüpheler endişeler ve yaşanmasına engel teşkil ettiği düşünülen bütün kalıplar sınırlar; aşkın alevini ya söndürür (genelde söndürür) yada alevini artırır.
Şüphe, endişe, sınırlar, inançlar; hissedilen aşkın üzerine bir tutam toprak bir fiske su biraz hava üflemek gibidir. Aşkın alevi söner. Yada bir parça ateş atmak gibidir. Aşk iyicene tutuşur. Alev alır.
Halbuki Aşk geldiğinde yapılması gereken ne var ney yoksa aleve atmak ve alevi güçlendirmektir. Aşkı güçlendirmektir.
Çünkü; Aşk önemli bir şeydir. Bu Dünyada bir insanın başına gelebilecek tek önemli şeydir. Ve Tanrısal bir Armağandır. Önemsenmesi gerekir. Ve sevgili aşkın kendisidir. Önemlidir.
Aşk ve Aşkın yansıdığı Sevgilinin vuslatına kavuşma arzusu serbest bırakıldığında Aşk yaşanır. Ve aşka engel olan her şey; duygu düşünce sınır kalıp nesneler kişiler her şey istisnasız her şey yakılır. Yakılmaktan maksat, Aşkın yaşanmasına engel olan her türlü “neden” görülür ve bu nedenlerin anlamsızlığını ve saçmalığının “bilişine” varılır. İçsel özgürlük demirlenir. Ve bütün boyutlara dalga dalga yayılır.
Bu An’da yürekte her şey toz duman, bir avuç kül bir avuç kordur. Mantık yavaş yavaş yok olur, düşünceler silinir, sınırlar erir biter. Bu oluşla birlikte huzur ve dinginlik ve teslimiyet yaşanır.
Aşk için; sevgiyle aşkla seve seve Sevgilinin varlığında erime başlar. Her şey Birleşir. Birleşmede iki yürekte yaşanan Aşkın alevi her şeyi yakarak saflaştırır ve damıtır.
Ve küllerinizden yeniden doğarsınız. İçsel özgürlük ilk kez deneyimlenir. İçsel Özgürlüğün ilk kez deneyimlenmesi, yürekteki “Yaşam” coşkusunu tetikler.
İlk kez gerçekten “yaşamak” için bir neden bulunmuştur.
Ve her şeye değerdir. Ve her şeyden bu noktada vazgeçilip, Aşk olduğunuz yerde, vardığınız kutsal An’da bütün gemileri yakarsınız.
Çünkü Aşkı hissettikten sonra aynı zamanda bilirsiniz ki eskisi olmazsınız. Unutamazsınız. Geriye dönmek biçarelik ve sefilliktir. Çıktığınız yerde sonsuza kadar tutsak kalmaktır.
Çünkü Aşk o kadar yoğun ve Gerçektir ki; Ondan başka her neden açıkça çok komik, saçma ve anlamsızdır.
Çünkü; Aşk olduğunda, “kendi” gerçek Varlığınızla karşılaşırsınız. Varlığınız olduğunuz Aşkı hissediştir. İnsan hissediştir.
Mevlana'nın dediği gibi Aşk en büyük öğretmendir.
"Aşk; dünyanın yaratılış sebebidir. Dünya sevgi yüzünden yaratılmıştır. Ruh da sevgisiz var olamaz. Ve insan O'na Aşkla ulaşabilir."
Çünkü; kendi içinde yürümek için ve kendin olman için zaten bütün bu zihinsel hapishanenin dışına çıkman gerekir. Ve Aşkın adım sesleri duyulduğunda kaçmazsanız, olduğunuz yerde durup Aşkı yaşamak için kendinize izin verebilme cesaretini bulursanız, Aşk bunu sizin için doğal yollarla gerçekleştirir. Bu nedenle Aşk Tanrısal bir lütuftur.
Yaşanan Aşkı; içindeki çok boyutluluğunun bütün katmanlarından geçirerek Varlığının her boyutuna taşıyabildiğinde ve sahip olduğunu sandığın her şeyi bu aşkın alevine atıp yakabildiğinde ve onlardan istisnasız vazgeçebildiğinde bütün Varlığında Aşk olursun.
Ve Varlığının "Aşk" olması "kendinin" görülmesidir. Kendinin görülmesi ne olduğunun ve nasıl olduğunun da görülmesi demektir.
Bu Görüş dengenin kendisidir. Kendisi dengedir.
Ruh "Kendini" bildiğinde, kendini de her şey de bilir ve tanır.
Her şey dengededir. Mükemmeldir. Ve muhteşemdir.
Sorular ve cevaplar yoktur. Her şey anlaşılırdır. Temel kavranmıştır.
Ve yüreğinde ne varsa onu yaşar.
Yaşadığı ve yaşanmasına vesile olduğu ve yansıdığı her şeyi de dengeler.
Ve El İnsan, Aşk olmuş İnsandır.
Ve El İnsanın Aşkı sonsuzdur.
Çünkü Efendidir.
Aşkı seçtiği için ve yaşadığı için, Aşk, kişiyi Efendileştirir.
Çünkü Aşk sonsuzdur ve Varlığın “kendisidir”. Ve “Kendi” nedenidir.
Varlık “Kendi” nedeni olduğunda, “Kendisi” olabilir. Tanrısallaşır.
Bu nedenle “Kendisi” ne güçtür, ne de başka bir şey.
Kendisi aşktır. Ve aşkın içinde her şey Oradadır. Tam ve bütün, ihtiyaçsız zararsız ve koşulsuzdur. Yüce ve kutsal.
Ferhat’a, Fiziksel Dünyada sevgilinin vuslatına ermek için dağları deldirten Aşktır. Mecnun çölleri her adımlayışında varlığının bütün boyutlarına yayılan Aşktır. Mevlana’ya, kısa bir süreliğine Şems ile yansıyan ve bütün şiirlerini ve Mesnevisini yazdıran ve Semasında “kendini kendinde” döndüren İlahi Aşktır.
Hizmet ederken, İnsanın Varlığına ve Yaşamın azizliğine duyulan aşktır. Dosta duyulan muhabbettir. Yüreğini; karşılaştığın her yerde ve her şey de kaybetmene neden olan Aşktır. Yükseldiğin her boyutta sonsuza kadar Aşk olursun. Ve sonsuz olursun. Ve her boyutta Ol’ursun.
Alemin görünüşe çıkmışlığında, her varlıkta ve her şeyde sevgiyle koşulsuzca zararsızca ve ihtiyaçsızca yansımadır.
Efendi; olduğu Aşkı ve alevini, yüreğinde ne yaşamak istiyorsa, aynalara sevgiyle ve aşkla yansıtan ve dengeleyendir.
Basitçe “Kendi” Ol’uşunu yaşar.
Bu Ol’uştan doğan yansıma veya eylem; ne güçtür, ne hizmettir, ne görevdir.
Var olmanın dayanılmaz hafifliğinde, Aşk olan “Kendisini” yaşayıştır.
Yazan Nilgün Nart
sevgiyle paylaştım...
http://www.youtube.com/watch?v=V7676EC06oc
AŞK
AŞK
Aşk, tanımlanamaz olandır.
Aşk, sevgiliden başka, siz olan her şeyin aklınızdan silinivermesidir.
Aşk, bütün hücrelerinizin ayağa kalkıp çılgınca dans etmesidir.
Aşk, ilk kez nedenlerinizin ve yaşayacağınız sonuçların aynı anda gelip gitmesidir.
Aşk, bütün görünüşlerin senin benim her şeyin, sevgilide bir An’da görülüvermesidir.
Aşk, sorularınızın ve cevaplarınızın bittiği, arayışlarınızın tükendiği yerdir. Sizin sevgiyle kendinizi bilinmezin kucağına savurduğunuz yerdir.
Aşk, sevgiliden başkasına ihtiyaçsızlıktır. Ekmektir, sudur, havadır.
Aşk, kainatın bütün ihtişamını, ve renklerini aynı anda algılama, ve içinde olduğunuz düşü, kanatın renkleriyle boyamanızdır.
Aşk, ruhun sevgilide kendini görmesidir. Ruh sevgidir. Aşktır.
Aşk, aşkı görür ve bu görüş ve biliş içinde erir.
Şimdi – Burada; sonsuz sınırsız bir sevgiyle, yüreğinize yaşamın bütün renklerinin ve ritimlerinin akıvermesidir.
Aşkın ayak seslerini duyabilirsiniz ama ne zaman geldiğini hiçbir zaman bilemezsiniz.
İnsanların çoğu aşkın ayak seslerini duymaya başladığında kaçar. Hiçbir zaman karşılaşmak istemez.
Aşkın ayak seslerinin uzaktan duymak bile insanı coşku ve yaşam enerjisiyle doldurur.
Ve dünyada yaşanan aşkların çoğu; aşkın adım seslerinde yaşanan aşktır.
Bir adımlıktır. Bir nefesliktir.
Başladığı yerde biter. Sanki bir serap görmüş gibi olursunuz.
Hiçbir zaman bu nadide serabın içine girip aşk yaşanmaya cesaret edilemez.
Çünkü çok benlikli egomuz, kendisinin yok oluşuna kendini bırakamaz.
Çünkü insan tek nefesliktir. İçinde çok benlik vardır. Her benlik için tek nefes gerekir.
Çünkü Aşk, bütün kimlikleri üstümüzden söker alır. Bütün duvarlarımızı yıkar. Yıllardır üstünü örtmeye çalıştığımız ve kalın duvarlarla ördüğümüz ve ayağına bütün karanlıkları ve prangaları doladığımız gözü kara “Deli Çocuk” ortaya çıkar.
Aşk, içimizdeki deli çocuğun özgürlüğünün anahtarıdır. Yani gerçek Bizim.
Ve gerçek Biz, Efendidir. Saf duru sade bilge ve yaşamın özünü ve ne olması gerektiğini ve ne yaşamak istediğini bilen, tek bilişte ve tek görüşte mesafesiz yakınlıkta sevgide ve şefkatte durabilendir.
Efendi aşktır, aşk ruhtur, ışıktır, ruh özdür, öz yaşamdır.
Çok benlikli egolarımızda ölü yaşamlar yaşadığımız için, içimizdeki benliklerde veya kutuplarda çatışma halinde gelip gittiğimiz için, üzerine suçluluklarımız ve kaybetme korkularımız eklendiğinde aşkın ayak seslerini duyar duymaz kaçmamıza şaşmamak gerek.
Aşk bütün evrenin ortasında çırılçıplak durmak demektir.
Ne iseniz o şekilde olmanız demektir.
Ve dünyada insanlar aşkın ayak sesini duyar duymaz kaçtığı için, ve onu kalın duvarların arkasına en karanlık yerlere hapsettiği için, yaşamın kendisi ve özü her zaman yaşanmadan ve tamamlanmadan kalır.
Sanırım içimizde kaybolmuşluğumuzun, yalnızlığımızın ve ne yaparsak yapalım hiç gitmeyen anlamsızlığın nedeni ömrümüz boyunca aşkın ayak sesleriyle yetinmemiz ve aşk içinde erimekten korkarak kaçmamız olabilir. Ve yıllar yılları kovalar artık ne gözümüz görür ne kulaklarımız aşkın sesini duyabilir. İçimizdeki deli çocuk çoktan çıkıp gitmiştir. Şimdi yaşanan; sonbaharda yere düşeceğini bilen ve kendini bir avuç toprağa teslim eden kuru bir yaprak gibi canlı daldaki, ölü bir bekleyiştir.
Aşk erimek demektir. Erimek, şimdiye kadar bildiğimiz her şeye ölmek demektir. Yeni olmak yenilenmek yeniden doğmak demektir.
Dünyada hiçbir şey yeni değildir. Yeni gibi görünür ama her şey eskidir. Her gün aynı karanlığı acıyı sefaleti yozlaşmayı didişmeyi mücadeleyi yaşamaktan yorgun yüreklerimiz, sıradan günlerin ve olağan duygusuzlukların içinde tükenip biter. Bütün mücadele kendimizi oyalayıştır.
Ve kendimizi kaç yaşına gelirsek gelelim hep on sekiz yaşında; aşkın ayak seslerini duyduğumuz yaşta hissederiz.
Kendimizi hep on sekiz yaşında hissetmemizin nedeni, aşkın ayak seslerinde takılı kalmış olmamızdır. Aşkın ayak seslerinde takılı kalmak bile bir insanı bütün bir ömrü boyunca besleyebiliyor ve bir tutkuyla bütün yaşamına anlam ve mana kazandırabiliyorsa, aşkın içinde erimenin ne kadar tehlikeli bir coşku olduğunu artık siz hissedin. Nasılda sizi yakıp kül edeceğini ve küllerinizden sizi yeniden doğuracağını siz bilin.
Kelebek gibi. Tırtıl iken bir kelebeğe dönüşmek aşktır. Tırtılın kozası onun külüdür.
Ve Yeni İnsan, Evrensel İnsan, Aşktan doğacaktır.
Şimdiye kadar sahip olduğu ve bildiği her şeye aşk için ölerek ve aşk içinde eriyerek küllerinden yeniden doğacaktır.
Ve “kendisi” yaşamda olduğu için ve “kendiside” yaşam olduğu için ve Efendi olduğu için asilce sevgide ve merkezinde dengelenecek ve onunla birlikte bütün dünya ve evren dengelenecektir.
Aşk; sonsuzluğun kapısıdır. O kapıdan geçildiği zaman ne siz kalırsınız ne de kapı.
Yazan Nilgün Nart
Aşk, tanımlanamaz olandır.
Aşk, sevgiliden başka, siz olan her şeyin aklınızdan silinivermesidir.
Aşk, bütün hücrelerinizin ayağa kalkıp çılgınca dans etmesidir.
Aşk, ilk kez nedenlerinizin ve yaşayacağınız sonuçların aynı anda gelip gitmesidir.
Aşk, bütün görünüşlerin senin benim her şeyin, sevgilide bir An’da görülüvermesidir.
Aşk, sorularınızın ve cevaplarınızın bittiği, arayışlarınızın tükendiği yerdir. Sizin sevgiyle kendinizi bilinmezin kucağına savurduğunuz yerdir.
Aşk, sevgiliden başkasına ihtiyaçsızlıktır. Ekmektir, sudur, havadır.
Aşk, kainatın bütün ihtişamını, ve renklerini aynı anda algılama, ve içinde olduğunuz düşü, kanatın renkleriyle boyamanızdır.
Aşk, ruhun sevgilide kendini görmesidir. Ruh sevgidir. Aşktır.
Aşk, aşkı görür ve bu görüş ve biliş içinde erir.
Şimdi – Burada; sonsuz sınırsız bir sevgiyle, yüreğinize yaşamın bütün renklerinin ve ritimlerinin akıvermesidir.
Aşkın ayak seslerini duyabilirsiniz ama ne zaman geldiğini hiçbir zaman bilemezsiniz.
İnsanların çoğu aşkın ayak seslerini duymaya başladığında kaçar. Hiçbir zaman karşılaşmak istemez.
Aşkın ayak seslerinin uzaktan duymak bile insanı coşku ve yaşam enerjisiyle doldurur.
Ve dünyada yaşanan aşkların çoğu; aşkın adım seslerinde yaşanan aşktır.
Bir adımlıktır. Bir nefesliktir.
Başladığı yerde biter. Sanki bir serap görmüş gibi olursunuz.
Hiçbir zaman bu nadide serabın içine girip aşk yaşanmaya cesaret edilemez.
Çünkü çok benlikli egomuz, kendisinin yok oluşuna kendini bırakamaz.
Çünkü insan tek nefesliktir. İçinde çok benlik vardır. Her benlik için tek nefes gerekir.
Çünkü Aşk, bütün kimlikleri üstümüzden söker alır. Bütün duvarlarımızı yıkar. Yıllardır üstünü örtmeye çalıştığımız ve kalın duvarlarla ördüğümüz ve ayağına bütün karanlıkları ve prangaları doladığımız gözü kara “Deli Çocuk” ortaya çıkar.
Aşk, içimizdeki deli çocuğun özgürlüğünün anahtarıdır. Yani gerçek Bizim.
Ve gerçek Biz, Efendidir. Saf duru sade bilge ve yaşamın özünü ve ne olması gerektiğini ve ne yaşamak istediğini bilen, tek bilişte ve tek görüşte mesafesiz yakınlıkta sevgide ve şefkatte durabilendir.
Efendi aşktır, aşk ruhtur, ışıktır, ruh özdür, öz yaşamdır.
Çok benlikli egolarımızda ölü yaşamlar yaşadığımız için, içimizdeki benliklerde veya kutuplarda çatışma halinde gelip gittiğimiz için, üzerine suçluluklarımız ve kaybetme korkularımız eklendiğinde aşkın ayak seslerini duyar duymaz kaçmamıza şaşmamak gerek.
Aşk bütün evrenin ortasında çırılçıplak durmak demektir.
Ne iseniz o şekilde olmanız demektir.
Ve dünyada insanlar aşkın ayak sesini duyar duymaz kaçtığı için, ve onu kalın duvarların arkasına en karanlık yerlere hapsettiği için, yaşamın kendisi ve özü her zaman yaşanmadan ve tamamlanmadan kalır.
Sanırım içimizde kaybolmuşluğumuzun, yalnızlığımızın ve ne yaparsak yapalım hiç gitmeyen anlamsızlığın nedeni ömrümüz boyunca aşkın ayak sesleriyle yetinmemiz ve aşk içinde erimekten korkarak kaçmamız olabilir. Ve yıllar yılları kovalar artık ne gözümüz görür ne kulaklarımız aşkın sesini duyabilir. İçimizdeki deli çocuk çoktan çıkıp gitmiştir. Şimdi yaşanan; sonbaharda yere düşeceğini bilen ve kendini bir avuç toprağa teslim eden kuru bir yaprak gibi canlı daldaki, ölü bir bekleyiştir.
Aşk erimek demektir. Erimek, şimdiye kadar bildiğimiz her şeye ölmek demektir. Yeni olmak yenilenmek yeniden doğmak demektir.
Dünyada hiçbir şey yeni değildir. Yeni gibi görünür ama her şey eskidir. Her gün aynı karanlığı acıyı sefaleti yozlaşmayı didişmeyi mücadeleyi yaşamaktan yorgun yüreklerimiz, sıradan günlerin ve olağan duygusuzlukların içinde tükenip biter. Bütün mücadele kendimizi oyalayıştır.
Ve kendimizi kaç yaşına gelirsek gelelim hep on sekiz yaşında; aşkın ayak seslerini duyduğumuz yaşta hissederiz.
Kendimizi hep on sekiz yaşında hissetmemizin nedeni, aşkın ayak seslerinde takılı kalmış olmamızdır. Aşkın ayak seslerinde takılı kalmak bile bir insanı bütün bir ömrü boyunca besleyebiliyor ve bir tutkuyla bütün yaşamına anlam ve mana kazandırabiliyorsa, aşkın içinde erimenin ne kadar tehlikeli bir coşku olduğunu artık siz hissedin. Nasılda sizi yakıp kül edeceğini ve küllerinizden sizi yeniden doğuracağını siz bilin.
Kelebek gibi. Tırtıl iken bir kelebeğe dönüşmek aşktır. Tırtılın kozası onun külüdür.
Ve Yeni İnsan, Evrensel İnsan, Aşktan doğacaktır.
Şimdiye kadar sahip olduğu ve bildiği her şeye aşk için ölerek ve aşk içinde eriyerek küllerinden yeniden doğacaktır.
Ve “kendisi” yaşamda olduğu için ve “kendiside” yaşam olduğu için ve Efendi olduğu için asilce sevgide ve merkezinde dengelenecek ve onunla birlikte bütün dünya ve evren dengelenecektir.
Aşk; sonsuzluğun kapısıdır. O kapıdan geçildiği zaman ne siz kalırsınız ne de kapı.
Yazan Nilgün Nart
1 Ekim 2007 Pazartesi
TANRI DA GÜLÜMSER
TANRI DA GÜLÜMSER
Socratesle birlikte söylediğinde,
Mevlanayla birlikte sema ettiğinde,
Mecnunla çöllerde yürüdüğünde,
Eflatunla “Devleti” yazdığında,
Hallacı Mansurla “Ben Tanrıyım” diyebildiğinde,
Oshoyla insanların zihinlerindeki inançları kırdığında,
Halil Cibran ile ayna gibi yansıdığında,
Leonardo da Vincinin Vitruvius İnsanıyla ikiyi bir ettiğinde
Mozartla muhteşem senfonileri yazdığında
İbn-i Arabi ile Aşkı anlatabildiğinde
Ferhatla Aşkın vuslatı için dağları delebildiğinde Tanrı da gülümser
Ve TANRI
Cehaletin içine güneş gibi doğan Öğretenin
Sefilliğe ve sefalete sevgiyle çare Olanın
Savaşa ve Ölüme korkusuzca son verenin
Yalanı ve yanlışı dürüstçe ayırt edenin
Zulme ve baskıya cesurca dur diyenin
Kendi içinde ”kendine” yürüyenin
Dünyada Sevgiyi ve Aşkı gerçek kılanın
Yaşamı aziz tutanın
Ruhunun asaletinde duranın
Altınla Kumu Bir edenin yüreğinde gülümser.
Tanrının gülümsemesi; çiçeklerin muhteşem renklerindedir. Çocukların sevinç dolu seslerindedir. Denizin hışımla sahile vuran dalgalarındadır. Sabahın seher vaktindedir. Gecenin sessizliğindedir.
Böceğin, çiçeğin, kuşun,dağın, taşın, toprağın, havanın, suyun, güneşin, ağacın, nehrin, okyanusun ve İnsanoğlunun; Var Oluşun sevinciyle, “Varlığın”, bütün boyutlarında ve “bütün” olarak; iyiye, güzele, doğruya, başarıya,neşeye, sevince, bolluğa, paylaşıma, kucaklaşmaya, birlikteliğe, sevgiye ve aşka her meyledişindedir.
“Kendim” ve diğerleri için; “İnsanoğlu” olmak için; iyiliğin, güzelliğin, sevginin, aşkın, huzurun, barışın, bereketin çoğalması ve yansıması adına, onurumda, samimiyetimde, dürüstlüğümde, eylemimde, irademde durabildiğimde; Yüreğim Gülümsediğinde, Tanrı da Gülümser.
Sonsuza kadar sınırsızca; her seferde, her niyette, her duyguda her düşüncede, her eylemde, her koşulda ve An’da “Kendim” ve diğerleri için Sevgi ve Aşk olabildiğimde Tanrı da Gülümser
Yazan Nilgün Nart
Socratesle birlikte söylediğinde,
Mevlanayla birlikte sema ettiğinde,
Mecnunla çöllerde yürüdüğünde,
Eflatunla “Devleti” yazdığında,
Hallacı Mansurla “Ben Tanrıyım” diyebildiğinde,
Oshoyla insanların zihinlerindeki inançları kırdığında,
Halil Cibran ile ayna gibi yansıdığında,
Leonardo da Vincinin Vitruvius İnsanıyla ikiyi bir ettiğinde
Mozartla muhteşem senfonileri yazdığında
İbn-i Arabi ile Aşkı anlatabildiğinde
Ferhatla Aşkın vuslatı için dağları delebildiğinde Tanrı da gülümser
Ve TANRI
Cehaletin içine güneş gibi doğan Öğretenin
Sefilliğe ve sefalete sevgiyle çare Olanın
Savaşa ve Ölüme korkusuzca son verenin
Yalanı ve yanlışı dürüstçe ayırt edenin
Zulme ve baskıya cesurca dur diyenin
Kendi içinde ”kendine” yürüyenin
Dünyada Sevgiyi ve Aşkı gerçek kılanın
Yaşamı aziz tutanın
Ruhunun asaletinde duranın
Altınla Kumu Bir edenin yüreğinde gülümser.
Tanrının gülümsemesi; çiçeklerin muhteşem renklerindedir. Çocukların sevinç dolu seslerindedir. Denizin hışımla sahile vuran dalgalarındadır. Sabahın seher vaktindedir. Gecenin sessizliğindedir.
Böceğin, çiçeğin, kuşun,dağın, taşın, toprağın, havanın, suyun, güneşin, ağacın, nehrin, okyanusun ve İnsanoğlunun; Var Oluşun sevinciyle, “Varlığın”, bütün boyutlarında ve “bütün” olarak; iyiye, güzele, doğruya, başarıya,neşeye, sevince, bolluğa, paylaşıma, kucaklaşmaya, birlikteliğe, sevgiye ve aşka her meyledişindedir.
“Kendim” ve diğerleri için; “İnsanoğlu” olmak için; iyiliğin, güzelliğin, sevginin, aşkın, huzurun, barışın, bereketin çoğalması ve yansıması adına, onurumda, samimiyetimde, dürüstlüğümde, eylemimde, irademde durabildiğimde; Yüreğim Gülümsediğinde, Tanrı da Gülümser.
Sonsuza kadar sınırsızca; her seferde, her niyette, her duyguda her düşüncede, her eylemde, her koşulda ve An’da “Kendim” ve diğerleri için Sevgi ve Aşk olabildiğimde Tanrı da Gülümser
Yazan Nilgün Nart
Etiketler:
asalet,
aşk,
gülümsemek,
güzellik,
insanlık,
iyilik,
kendini bilmek,
mevlana,
neşe,
ruh,
sevgi bilinci,
sevinç,
socrates,
Tanrı,
yaşam
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)