14 Nisan 2009 Salı

NE YAZIK

NE YAZIK - NE KUTLU

İnsan *basit* yaşayabilmeli…..


Entelektüelliğini ve tıkıştırılmış bilgilerini, Bilgelikmiş gibi sunanlara

Nefsin gelgitlerini ve yalanlarını, her An’da yeni olmayla karıştıranlara

Kırılganlığını ve kargaşasını, içine dönmeyle maskeleyenlere

Bir arpa boyu yol gitmeyi, marifet sananlara

Değişik bir şey söylemek için, eski yargıları ters yüz edip yine yine yargılayanlara

Anlamsız her şeyi bir araya getirip, yeniçağ bilgisi diye anlatanlara

Nefsin daldan dala konuşlarını, değişim diye adlandıranlara

İnsan kardeşleri arasında ayrılık yaratmayı, birleştiriyormuş edasıyla sunanlara

İnsanoğlunu ve ürettiği her şeyi aşağılayıp, “Bütünün en yüksek hayrı için” sözüyle bitirenlere

Diğerlerini içine sindiremeyişini ve öfkesini, sınırsızlık ve özgürlük sananlara

Düşkünlüklerini ve bağımlılıklarını, farklılık olarak kabul edenlere

İtişmeyi- kakışmayı - didişmeyi, uzlaşma yolu olarak seçenlere

İnsan kardeşleriyle alay etmeyi ve tacizi, neşeli olmakla karıştıranlara

Nefsin açgözlülük ve sahiplenme heyecanını, yaşamın coşkusuna tercih edenlere

Kendinden başka çalmadık kapı bırakmamayı, arayış sananlara

Yol’da yürüdüğünü sanırken, aslında oturduğu yerden hayatı boyu hiç kalkmamış olanlara

Her kesin ve her şeyin karşısında olarak, ”kendisi” olanlara

Herkesi aptal, geri ve her şeyi eski ilan edip, yeniçağ çığırtkanlığı yapanlara

Dünyada çalacak bir dost kapısı olmamasını, aydınlanarak farklılaşmanın Tekbaşınalığı sananlara

Yaşamdan ve diğerlerinden çekingenliğini ve korkaklığını, saygı olarak algılayanlara

Onursuzluğunu ve sevgisizliğini, izin vermekle karıştıranlara

Vurdumduymazlığını ve konfora düşkünlüğünü, şefkat olarak görenlere

Bencilliğini ve nefsini, ilahi hak olarak algılayanlara

Nefsi terk etmeyi, dünya nimetlerini terk etmek olarak bilenlere

İnsanları her yol ve her araçla; acz, korku endişe ve suçluluk içinde bırakarak; nefsinin tatminine basamak yapanlara

Her şey olup da, bir dostun gönlüne dost olamayanlara
Yüreğinde; “Kendine” ve diğer insan kardeşlerine taht kuramayanlara

Her şeyi bilip de, bir tek Kendinin ne halde olduğunu ve ne eylediğini bilmeyenlere;
Yol’u yürümeyenlere,
Esirgemeyi, korumayı, paylaşmayı, desteklemeyi, anlamayı unutanlara
Kendine ve İnsanlığa; umut aşk sevgi ve rahmet olamayanlara…… NE YAZIK

“Kendinde” sevgiyle genişleyen, emeğini insan kardeşlerinden esirgemeyen, içsel samimiyetinde ve dürüstlüğünde duran, okyanusa vardığında insan kardeşlerini bulan, maskelerini sonsuza kadar terk etmiş, yalın, sade, yakın, olgun, cesur, sıradan olana, Yaşamı ve İnsanı aziz tutana
ve BASİT YAŞAYABİLENE…… NE KUTLU.

Yazan Nilgün Nart
2007 İstanbul

28 Ağustos 2008 Perşembe

SEVGİ

SEVGİ

“Gidilecek Tek Yoldur.”

“Hayat sevgidir ve sevgi hayattır.”

“Aşk sevginin sonsuz yolculuğuna giriş noktasıdır.”

Sevgidir hayatımız, sevgidendir her eylemimiz. Sevgidir her An’da sessizce sorguladığımız. “Ne kadar seviliyorumun” hesabını yaparız. Ne kadar sevilirsek sevilelim az gelir sevgiler.
Hiç düşündük mü acaba? Bizler bu kadar sevilmeyi isterken, sevilmeyi istediğimiz kişileri ne kadar seviyoruz, nasıl seviyoruz?
Gerçek anlamda bir varlığı sevebildik mi?
Gerçek anlamda sevilmemize izin verebildik mi?

Sevmek ve Sevilmek.
İki eylemmiş gibi gözükmesine rağmen Tek bir Eylemdir. Ve Bütündür.
Sevmek ve sevilmek Birliktedir.
Hatta maksat sevmektir.
Çünkü siz bilmektesinizdir sevdiğinizi.
Sizin bilmeniz önemlidir sevdiğinizi.
Siz severken hissetmektesiniz “sevgiyi”.
Sevilmek ise sevmenin peşi sıra gelendir.
Sevmenin sizin tarafınızdan gerçekleştirilmesi ile ortaya çıkar sevilmek.
Siz basitçe bilirsiniz; siz sevdiğinizde sevilmektesinizdir.
Sevgi; sevmek ve sevilmektir.

Neden dünya sevgi üzerine dönerken, hepimiz bu kadar sevgiden ve birbirimizden tüm insanlık olarak ayrı düştük?
İnsanoğlu sevgiden nerde ve neden ayrı düştü?
Dünya bir aynadır bakıpda görmesini bilenler için.
İnsanoğlu dünyaya bakıyor ama artık hiçbir şey göremiyor. Yoksulluk, sefillik, acı, keder, zulum, nefret, hırs, öfke, düşmanlık, savaştan başka hiçbir şey göremiyor.

Neden?

Bütün bu yaşanan trajedinin ardında tek bir neden var.

Sevgisizlik.

İnsanın sevgiden ve sevmekten; dolayısıyla insan kardeşlerinden ayrılmış olması ( kendini ayrı ve kopuk sanması ve yalnız hissetmesi) bütün bu yaşanan acıların nedenidir.

Nerede sevgiden ayrılmaya başlarız?
Bebekken her birimiz hayatımıza sevilebilir ve sevebilir olmanın güveniyle başlarız. Masumiyetimize daha dokunulmamıştır.
Ama zaman içinde büyürken yaralanırız, inciniriz, red ediliriz, Gereğinde fiziksel ve duygusal şiddete maruz kalırız. Doğmatik düşüncelerle, anne babamızın toplumun beklentileriyle, şartlanmışlıkla, yasaklarla ödül ve cezayla büyütülürüz. Otuzlu yaşlarımızda hayatımızın geri kalanı boyunca sırtımızda içimizin derinliklerinde taşıyacağımız bir sürü yarayla ve kalıpla donanmışızdır. İlk masumiyetimizden geriye hiçbir şey kalmamıştır.

Hayat yolumuz boyunca her incindiğimizde ve yaralandığımızda etrafımıza kalın duvarlar ördük. İncinen ve yaralanan taraflarımızı bu duvarların arkasına sakladık. Sevilmeyen parçalarımızı kötü, sevilebilir taraflarımızı iyi diye adlandırdık.

İçimizdeki Tek bütünü ikiye böldük. İçimizde iyi yönlerimiz ve kötü yönlerimiz vardı. Ve içimizde ki iyi yönlerimizi abartılı bir şekilde çevreye sunarken, kötü taraflarımızı sadece kendimize sakladık. O kadar karanlık yerlere ve duvarların arkasına sakladık ki bu yönlerimizi sonunda biz bile zaman zaman kendimizi neden bu kadar kötü ve depresif hissettiğimizi unuttuk.

Çünkü içimizde bölünemez “kendimizi” ikiye bölmüştük. İyi taraflarımız kötü taraflarımız. Sevilebilir kendimiz, sevilemez kendimiz.

Bütün bu duvarları kötü taraflarımızı saklamak için örerken, bir de bu duvarın üzerine ambalajlar ve etiketler yapıştırırız; diplomalar, para,mal, mülk, ün, hayran kitlesi, sahte davranışlar, renkli imajlar, şaşalı kelimeler, duygudan yoksun jestler…v.s. aklımıza gelebilecek her türlü “şeyi” duvarın üzerine yapıştırırız.

Ve sonrada insanların bu etiketleri sevmelerini isteriz.
Ve işin komiği bir ömür boyu sürecek “,Gerçek Sevgiyi” ararız.
Veya ölümsüz bir sevginin kahramanı olup sonsuz bir sevgiyle sevilmek isteriz.

Ve Gerçek Sevgi-Aşk karşımıza gelip dikildiği zaman elimiz ayağımıza dolanır ve ne yapacağımızı bilemeyiz. Ya kaçarız; hayatımızın geri kalanında yine aramaya devam edip etiketlerimiz ve duvarlarımızla yaşarız. Veya Gerçek Sevgiye teslim oluruz.

Kaçmak istememizin neden, gerçek Sevginin sessiz bir mesajının olmasıdır. Ve mesaj açıktır:

“Sevgi ve Aşk bizde olan her bölümün içine akmak ister. Çünkü Sevgi Evrensel akıştır. “
Bizin içimize ördüğümüz duvarlara, etiketlere ve kendinizin kopyası olan maskaralıklarımıza bakmaz. Her şeyin içine ve dışına akar. Her şeyi görür ve arındırır.

Gerçek Sevgi bir çok kişinin itiraf ettiğinden daha tehlikelidir.

Çünkü Gerçekten Sevmek; bütün Varlığınızı koşulsuzca açmanızı gerektirir.

Çünkü Ruh, yani Sevgi….iyi kötü ( bizlerin tanımlamaları olsa bile) sevilebilir veya sevilemez, her şeyi sevmek ister. Ve sevgiye izin verirseniz ve gerçekten cesur olabilirseniz Yaşamın gerçek manasına ve tadına varabilirsiniz.

Mevlana’nın söylediği gibi; “sevgi önce insan olmanın dudaklarını tattığında, şarkı söylemeye başlar.”
Ve siz işte o zaman, yaşam şarkısını söylemeye başlarsınız.
Ve siz sevgiyle dolarsınız.
Bütün incinmişlikleriniz, yaralarınız ve kendinizi diğerlerinden ayırmışlığınız şifalanır.

Sevgi Şifadır. Sevgi Güçtür. Sevgi değişimin sihridir.

Ve sevgi nedensiz nedendir.

Sevginin bir nedeni yoktur. Gündemi yoktur. Düşünceye duyguya ve maddi şeylere bağımlı değildir. Evrenin nedeni yoktur. Yaşamında nedeni yoktur. Sadece basitçe vardırlar ve akarlar. Olurlar. Sevgi gibi.

Sevgi dağda açan bir çiçek gibidir. Hiç kimse o çiçeği koklamasa, muhteşem renklerinin farkına varamasa da, ÇİÇEK AÇAR. Sevgi bir Haldir.

Sevgi Ruhun Duruşudur.

Sevgiyi Tüm ruhunuzda hissettiğinizde sadece seversiniz. Ve sevgi olursunuz.

Doğal olan sevgidir. Sevmektir.
Çünkü sevgi Hayattır. Evrenleri, dünyayı ve bedenlerimizi bir arada tutan güç İlahi Sevgidir.
Sevgi dünyaya bağışlanmış 5. Elementtir. Ateş-Su-Toprk-Hava dan oluşan dünyamızı bir arada tutan çekim gücü sevgidir.

Doğal olmayan sevgiden sapmamızdır.
Binlerce yıldır yeryüzünde süregelen şiddetin, acımasızlığın, sefilliğin ve savaşların nedeni sevgiden ayrılmamızdır. Kendimizi içimizde sevilebilir ve sevilemez olarak ikiye bölüyoruz. İçimizde olanı dışımızda da yaşamaktan başka çaremiz yok.
Çünkü dış realitemiz, ruhumuzun aynasıdır.
Başkalarını yargılarken, aslında yargıladığımız kendimizdir. Nefret ettiğimiz kişi yine bizizdir.

İNSAN ANCAK KENDİNDE OLANI GÖREBİLİR.

21 yy başlangıcında insanlığa ve insan bilincine ruhuna ne oldu diye yakınıyorsak ve geleceğimizden korkuyorsak ve dünyada gidilecek bir yer bulamıyorsak, önce kendi içimize bakalım derim.
Kendimizi iyisi ve kötüsü ile dürüstçe ve samimi bir şekilde içimizde görebilirsek, dünyanın neden bu hale geldiğini anlayabiliriz. İçimizde ne kadar öfkeliyiz, korkularımız neler, kalıplarımız neler, nefretlerimiz ne kadar büyük? Ne kadar koşulsuzca seviyor ve seviliyoruz?

Unutmayın diğer insanlar içinde, siz dünyanın geri kalanısınız. Hepimizin sonu aynı son, hepimizin geleceği aynı gelecek. Sonuçta dünyada tek bir insanlık yaşıyor. Ve hepimizin acıları kederleri sevinçleri aynı. Ne kadar çok birbirimize benziyoruz. Ve ne kadar çok birbirimize ayrı düşmüşüz.
Kendi içimizi görebildiğimiz zaman ve kendimizle ilgili her yönümüzü sevgiyle bağışlayabildiğimiz ve kucakladığımız zaman, diğer insanları ve dünyayı da kucaklayabileceğiz. Sevebileceğiz.

Ve bundan sonra dünyada BARIŞ ve Huzur bulabileceğiz.

“İnsan, Tanrı’nın sırrının sırrıdır.
İnsan İlahi Güzelliğin aynasıdır.” Mevlana

Ben de kendimce derim ki
“Aşk - Sevgi ise aynaya bakış ve Sırrı görüştür.”

“Ve insan hayattır. Ve hayat sevgidir.”
“Ve Sevgi gidilecek tek yoldur.”

Yazan Nilgün Nart

20 Nisan 2008 Pazar

ÖZGÜRLÜK

ÖZGÜRLÜK

Damarlarımdasın alev alev
Aşk mısın yoksa ben mi sana aşığım
Bilmiyorum
Bilmek de istemiyorum
Hiç önemli değil ismin tanımın
Ben varım ve özgürüm
Azadeyim; kurallardan, şartlardan, kalıplardan, görünüşlerden, olmuş OL’Anlardan veya olmamış OL’Anlardan, ihtiytaçlardan, kusurlardan, sefillikten ve acıdan.
Seni bildiğimde ve ben sen Ol’duğumda Özgürlük
Döküldü üstümden hepsi kurumuş yapraklar gibi

Çünkü Ben öylesine canlı ve masum ve kendimdim ki
Ve kurallara şartlara hesaplara kitaplara göre, o kadar anlamsız ve saçmaydım ki

Sınırlar dayanamadı basitliğime ve basitçe özgürlüğün Gerçeğine ve Aşkın gerçek Özgürlüğüne.
Nedenim yoktu kalmak için, nerede isem ve ne oluyorsam…
Gene nedenim yoktu gitmek için, nerede isem ve ne oluyorsam…
Seçme Özgürlüğüm.
Kendimi istediğim gibi “Var” kılma Özgürlüğüm.
Oyuna son verme, yeniyi başlatma Özgürlüğüm.
Kendimi bu Alemde istediğim gibi “Var” kılmaya dayanma ve inadına inadına dilediğim gibi Ol’ma Özgürlüğüm.
İnadına inadına Sevgi Aşk için, sevgiyle aşkla kendimi kendimde tüketme ve yeniden doğurma Özgürlüğüm.

Ah Özgürlük sen öyle bir “Varoluşsun ki”; istemem tutsağı olacağım hiçbir Alemin, Evrenin, makamın, rütbeni, payenin, malın, mülkün, cennetin cehennemin illuzyonik ödülünü cezasını
Bana hiç biri gerekmez. Özgürlüğümden başka.
Sadece bana özgürlüğün dayanılmaz hafifliğinde asilce, aşk ve sevgi için durmak ve Ol’mak gerek.

Özgürlük; kalmak yada gitmek için nedenin olmadığında, kalmana yada gitmene neden OL’An “Seçme Farkındalığını” ve Evrenlerde ve Alemlerde “Kendinin Sorumluluğunu” görüş ve hissediştir.

İyi ki Var’ız.
Ve iyi ki ÖZGÜRÜZ.

Sevgiyle özgür kalınız
Nilgün Nart
2008 / İstanbul





2 Mart 2008 Pazar

YAŞAM AĞACI - SEVGİNİN GÜCÜ

YAŞAM AĞACI - SEVGİNİN GÜCÜ


Sevilmekten ziyade maksat sevmektir.
Severek çoğalmak ve her An’da yaşamın tadında olmaktır.

Yüzlerce yıldır ve halen günümüzde “sevgi” sözcüğü öylesine çok kullanıldı, öylesine gerçeğinden ayrı ifade edilir oldu ki, artık kimse sevginin ne demek olduğunu bilmiyor. Sözcükler gerçek manalarından ayrıldıkları zaman iluzyonik algılamayı oluşturur ve beslerler. Sözcükler gerçek manaları (enerjisi) ile kullanıldıklarında “yaratırlar” ve gerçeklik alemlerini görünüşe çıkarırlar. “Sevgi” sözcüğü, kendi gerçek anlamından ve eyleminden ayrıldığı için, sevgiyi hissedemiyoruz. Hissedemediğimiz için de bir türlü varlığımızın ve bedenimizin içinde huzurla “var” olamıyoruz.

Sevgi “kullanıldı”.
Sevgi “Var Olmanın” ve “Yaşamın” temel nedeni iken; menfaatlerimizi temin etmenin, egomuzu şişirmenin, pohpohlamanın, diğer insan kardeşlerimizi kullanmanın, güç almanın güç vermenin aracı haline indirgendi.
Sevgiyi araç olarak kullanırken amaçlarımıza ulaştığımızda yaşadığımız hayal kırıklığının ve yüzümüze patlayan tokadın faturasını yalnızlığımızla, sefilliğimizle, korku dolu kabuslarla öder olduk.
Dünyasal amaçlarımızı, maddi bağımlılıklarımızı, konfor alanımızı, inançlarımızı, yapıştığımız her şeyi o kadar çok sevdik ki, “sevgiyi” sevmeyi içimizde beslemeyi aziz tutmayı unuttuk. Sevginin ve Aşkın hatırı için sevgi olmanın güzelliğini unuttuk. Mana “sevgideydi”. Sevgi bizim gözümüz kulağımız aşımız suyumuz yolumuz varışımız; varoluşumuzdu.

Varoluşumuzdan, nedenimizden, Gerçeğimizden ayrıldığımız için illuzyon olduk. Masal olduk. Hikaye olduk…..

Varlığımızın, duygularımızın, düşüncelerimizin, eylemlerimizin nedenini sevgi yapmadıkça, sevgiden kaynaklanan nedenle, düşlerimizi gerçekleştirmek için yola çıkmadıkça Evrenden bize kesilen fatura yalnızlık, pişmanlık, korku, sefillik acı ve belki de yokoluş olacaktır. Bu da pekaladır.
Eylem nedenimiz sevgi olmadıkça; kendimizi; düşlerimize ulaşmak için bulduğumuz nedenlerin ne kadar masum olduğuna ikna edersek edelim vardığımız yerin, başladığımız yer olması kaçınılmazdır.

Evrende her şey “nedenine” evrilir. Tekamül eder. Maksat “Nedenin” tadının çıkarılmasıdır. Bilinir kılınmasıdır. Nedenin içinde genişleyen bilinçte kendi kendini keşfetmedir. Kendi kendinin sırrına, sırla birlikte sırrın Ruhtaki lezzetine varmadır. Ruh içinde sevgi olmayan “şeyleri” bilemez göremez. Bilememesinin görememesinin nedeni “kendisi” OL’An “sevgiyi aramasındandır. Bulamadığında aynı deneyimi başa sarar. Çünkü deneyimi tamamlanmamıştır.
Deneyimin içindeki “Bal- Sevgi”, Ruha ince ince süzülmemiştir. Ruh sevgiden kendi ihtişamından ve gücünden, kamaşmamıştır. Derinleşememiştir. Maksat her An’da “nedende” derinleşerek kendini, kendine bilinir kılmaktır.
Maksat sevmektir. Tıpkı kendimize nefes almamız, kendimize yemek yiyebilmemiz gibidir. Başkası bizim yerimize nefes alamaz.

Yürek için nefes, Sevgidir.
Kalbimiz; “Sevgiyi” teneffüs edemediğinde, An be An kendi karanlığına sarmallanır. Ve bir gün gelir Anlar birikir, tamamlanmamış deneyimler birikir zamanı oluşturur ve yıllar gelir geçer. Ve beden olarak görünüşe “çıkan”, sevgiyi teneffüs edemediği için ölür. Her An Ruh için bir başka ölümdür. Sevgisizlikten An be An nasıl da öldüğünün deneyimindedir. Sonsuzluğun Sınırsızlığın nasılda sınırlı ve sonlu olabileceğini, nasıl son bulabileceğini anlar. Kendini kendinde yeniden sevgiyle var edebilmek için.
Sonsuz bir An’dır Ruhun içinde yaşanan. Ve “O” sonsuz An’da sadece sevgiyle varolabilen ve kendini bilebilendir.

Bu nedenle “Sevgi” Ruhun kendisine verdiği, verebileceği yeğane OL’An ve paha biçemediği armağandır.
Armağanın fiziksel görünüşe çıkmışlığı “Yaşamdır”. Yaşam Ağacıdır. Sevgiyle filiz veren ve her An’da dalları gökyüzüne uzanarak; Yaşam-Sevgi için şükür ve zikir edendir.

Biz İnsanoğulları; Yaşamı yaşam eylemek için, değerli armağanımızı sevgiyle alarak ve kalbimizin tahtına gerçek anlamda oturtarak; her An’da, yaşamımızda olan her şeyi yeniden bir kez daha sevgiyle yorumlayabilmeliyiz,
Yaşama, Kendimize, “nedenimizin” hatırı için bir şans vermeliyiz.
Ne yaşamış olursak olalım, ne olmuş olursak olalım kendimizi her An’da bağışlayabilmeli ve sevgiyle kendi elimizi tekrar tutabilmeliyiz.
An’ları ve deneyimlerimizi sevgiden uzakta yaşayarak içimizde biriktirmemeliyiz. Deneyimlerimizi biriktirmekten maksat; deneyimlerimizle bize kalan ve An’ın sevgiyle yaşanmamışlığını gösteren; endişe korku kızgınlık öfke acı duygularıdır.
Ve bu nedenle; İnsanoğlunun yüreğinde ve deneyimlerinde; korkuyu acıyı endişeyi şüpheyi sefilliği ayrılığı tetikleyen ve insanın bu duyguları odağına getirmesine ve çoğaltmasına ve yaşamasına neden olan; her kişi, her öğreti, her din, her kural, gelenek ne olursa olsun istisnasız “Karanlığın Aynası” olmaktan Ruhu çürüten ve ölüme sürükleyen bir araç olmaktan başka bir şey olamaz. Bu duyguları çoğaltanlar, kendilerine ne isim takarlarsa taksınlar, dillerine sevgiye de dolasalar, isterse kendilerini altın tepsinin içinde de sunsalar; Altının içinde sunulan “Karanlıktan ve Ölümden” başka bir şey değildir.
Eskiden ortaçağ’da insanlar bedenlerine kırbaçla vurarak ve canlarını acıtarak arınacaklarına ve günahlarından kurtulacaklarına inanırlarmış ve kendi bedenlerini kırbaçlarmış. 21 yy da insanlar, ortaçağa göre biraz da Ruh olduklarının farkına vardıkları için, Ruhlarını kırbaçlayarak acıtarak günahlarından kurtulacaklarına inanıyor. Ruhun kırbacı; korku acı üzüntü keder öfkedir. Günümüzde halen bir çok kişisel gelişim metotlarının korkuların ve acıların deşilerek ve sürekli gündeme getirilerek temizlenmesi gerektiğine inanması ve uygulamalarını arınma seansları üzerine odaklaması, Ruhun arınmak için kırbaçlanmasından ve bir kez daha bir kez daha üzülmesinden başka bir şey değildir.
Tabiî ki korkularımızın farkında olacağız.
Basitçe korkularımızın farkında olmak istersek farkında OL’uruz.
Korkunun ne olduğunun bir kez farkında OL’unduğunda üzerine gidilmesine ve defalarca arınma çalışmasına gerek yoktur. Korkuyu samimi bir şekilde fark etmek yeterlidir. Arınma çalışmaları korkunun ve acının çoğalmasından ve bilinçaltının derinlerine itelenmesinden başka bir işe yaramaz. Uygun zamanı ve ortamı yakaladığında tekrar tüm haşmetiyle gündeme gelecektir.
Yapılması gereken; korkunun bir kez fark edilmesi ve bu farkındalıkta kalarak sevgi yolunda yürünmesi ve sevgiyi çoğaltacak eylemlerin içinde ve ortamlarda olunmasıdır. Ruh saf sevgidir ve Güneştir. Güneş doğduğunda illuzyon kaybolmak zorundadır. Doğası budur.

Kendimizi sevmek ve “kendimizi” Ruhumuzu üzmemek adına artık, ruhun arınması gerektiği fikrinden ve saplantısını bırakmalıyız. Ruhu arındırmak acıyla tekamül etmek demektir. Bir çuval keçiboynuzu yiyip sonunda belki de bir damla balın tadına bakacak halde ve Neşede olamamak demektir.

Dünyamızın; Galaksimiz ve tüm Evrenle geldiği noktada bu tür metotlar eskidir. Eski enerjidir ve sistemdir. Artık acıyla tekamül etmeye ihtiyacımız yok.
Artık sevinçle neşeyle aşkla sevgiyle ve kuantum hızında tekamül edebiliriz.
Binlerce yıldır insanoğlunun çaldığı kapılar ardına kadar açıktır. Rahmet herkesin ve her şeyin üzerine istisnasız tüm gücüyle yağmaktadır. Yeter ki artık acının ve korkunun gitmesi gerektiğine karar verelim, gereğini yapıp eyleme geçelim ve lütufla büyümeyi, genişlemeyi, kendimizi olduğumuz gibi sevmeyi seçelim.
Ve Varoluşa “evet” diyelim. İyiliğimize ve güzelliğimize iman edelim. Her nerede ve her kimsek, Evren bir şekilde çağrımıza yanıt verecek ve yardımımıza tüm ihtişamı ve sevgisiyle gelecektir. Yalnız değiliz. Unutulmadık. Sadece bizler kim olduğumuzu unuttuk ve unutturulduk. Şimdi hatırlama zamanımız. Ve ayağa kalkıp yürüme vaktimiz. Evrendeki bütün güneşler Dünya Gezegenindeki İnsanoğlu için doğuyor. Evrendeki her Ruh sessizce İnsanoğlunun uyanışı için “selamda” hazır durmuş bekliyor. Uyanış seçilirse An kadar yakın, nefesimizde bizleri bekliyor bütün Alemler.

Bizler saf sevgiyiz. Pırıl pırılız ve Yaradan’ın Gözbebeğiyiz.
Ne olmuş olursa olsun ve ne olmuş olursak olalım; Kendimizi bağışlamayı ve şefkat göstermeyi öğrenmemiz hayrımızadır.
Bağışlamak ve şefkat her birimizin içinde OL’AN en büyük yetenek ve korunma kalkanımızdır. Yeniden başlamanın ve her An’da yeni olmanın ivmesidir. Enerjisidir.
Her An’da yeniden başlamalıyız unutmalıyız geçmişimizi bir önceki An’da olanları.
Yoksa her An’da yeni olamayız. Canlı olamayız.
Bitmiş olanların bilgisi ( acı korku öfke) ile An’da başlamadan bitemeyiz. Canlı olmak her An’da yeni olmakla mümkündür. Bu demek değildir ki ders almayacağız her şeyi unutacağız. Tabiî ki unutmayacağız. Bu duyguları ve olayları bileceğiz. Ama bu duyguları silip kendimizi An’da duygu olarak sıfırlamayı da bileceğiz.
Ve canlı Ol’mak her An’da yüreğimizde sevgiye ve aşka bağlılığımızla adanmışlığımızla mümkündür.
Her An’da yeni olmak her şeyden kopuk olmak demek değildir.
An’da canlı olmak yaşamda olanlara her An’da yeni gözlerle bakarak sevgiye aşka güzelliğe iyiliğe bir kez daha…bir kez daha “””sonsuz kez””” daha şans verme gücü cesareti ve iradesidir.
Ve bu “Kendinin” sevgisidir.

Her An’da geçmişin öfkesine nefretine küçük hesaplarına endişelerine ve korkularına ölmektir.
Çünkü sevgi her şeydir.
Ve her şey sevgiyle var olabilir.
An’da sevginin ve aşkın görünüşe çıkmasına eğe şans vermiyorsak, An’ın ihtişamı ve ışığı içimizde doğmadan ölür. Tamamlanmamış kalır. Tamamlanmışlık insanı her An’da yüreğinde yavaş yavaş yaşama ve “kendine “ öldürür.
An’da yaşanan sevgi hissediş her An’ın balıdır.

Sevginin her şeyi affedebilme ve yeniden başlayabilme Gücü vardır. Yeter ki nedenimiz “sevgi” OL’sun.

Çünkü sevgi; her An’da sonsuz potansiyeller arasından görünüşe çıkmanın en yüksek potansiyeline-ihtişamına ulaşmaya çalışır.
Sevgi; her yerde “Kendini” kendinde aşmaya adanmışlıktır.
Sevgi; her kişide kendi aşkınlığını görmeye çalışan bir çift “Sonsuz Göz” gibidir.
Ve bu sonsuz “Arayış”- “Meylediş”; “Sevginin Gücüdür”.

Her An yeni bir varoluştur sevgide
Dünyada ve Ahrette; Aşktan ve sevgiden başka her şeye doyulur.
Sevgiye ve Aşka asla doyulmaz.

Çünkü bir tek Sevginin Gücü her An’da eğer izin verilirse “Kendini” aşabilir.
Ve her An’ı yeni kılar.
Ve her An’da muhteşemdir.
Benzersizdir.
Sevgin ve Aşkın sonsuz ve sınırsız oluşu her An’da benzersiz ve daha derinleşen manada yeni olmasındandır.
Her şey eskir yıpranır yorgun gönüllerimizde. Ama sevgiyle uzanan bir el, sevgiyle bakan bir çift göz, sevgiyle söylenen bir söz asla eski değildir.
Kendi coşkusundadır. Kendi sıcaklığındadır.
Çünkü Güç; sevgidir.
Ve Sevgi, Güçtür.
“Kendini” aşandır

Aşkındır.

“Sevgi; yüreğimizin güneşini, aşkınlığımızı; tutkuyla aşkla her daim yaşamın şafağına doğurmaktır”.


Yazan Nilgün Nart …..28.02.2008

7 Şubat 2008 Perşembe

KADININ ADI "İNSAN"

KADININ ADI “İNSAN”

Dünyadaki her “İnsan” maddi manevi özgür olana kadar, hiç kimse “özgür” sayılmaz

Her “İnsana” özgürlüğün, refahın ve başarının yolu açılmadan, hiç kimse hiçbir şeyi gerçek anlamda başarmış sayılamaz.

Ülkemiz milyarlarca dolarlık bir borcun, geçen seneden beri süren kuraklığın, globalleşme adı altında yürütülen kültürel – kimlik erozyonun ve Küresel Isınma tehdidin altındaki en çok zarar görecek ülkelerden birisi durumundayken, ülkemizin gündemi yapay ve vicdan meselesi olan sorunlarla meşgul edilmektedir.
Vicdan meselesi olan “sorun” İnsanoğlunun; “kadın” olanını ilgilendirmektedir.

Ve kadın “İnsandır”.

Kadın; yüzyıllardır bilinçli veya bilinçsiz; ekonomik, sosyal, dinsel, toplumsal, geleneksel görüş ve ideolojilerle, baskılarla; iyi niyet gösterileriyle sömürülmüş, erkek enerjinin erki elinde tutabilmesi için kullanılmış, kurnazca yönlendirilmiş ve manipüle edilmiştir. Değersiz, yetersiz, çaresiz ve toplum dışında bırakılmıştır. İnsanoğlu için bu bir utançtır.

Dünyada ve ülkemizde olmakta olanlar erkek egemen kültürün ve erk peşinde koşan eril enerjinin ürettiklerinden ve yarattıklarından başka bir şey değildir.

Kadın; iflah olmaz iyi niyetinin, şimdi ayağına pranga olan saflığının, eril enerjiye binyıllık imanının, koşulsuz var olan her şeye sevgisinin, kendisini nasılda cehennemin kapısına çıkardığını sessizce ve henüz hayal kırıklığı içinde izlemektedir.
“Cehenneme giden yol iyi niyet taşlarıyla örülüdür”.

Kadın “İnsandır”.
Doğanın kadına verdiği muhteşem özellikler ve yetenekler, dünyayı kendimiz ve çocuklarımız ve diğer eril enerji içinde yaşanabilir bir yer yapmak için; her birimizin Ruhunda doğmak için beklemektedir.

Kadının; eril enerjiden gelebilecek hiçbir desteğe, yardıma, yönlendirmeye, korumaya, hedef gösterilmeye, biçilmiş kaftanlara ve yazılmış repliklere ihtiyacı yoktur.
Kadının Gücü, kendi içindedir.
Kadının Gücü; kendisine nefesinden daha yakın olan Yaradan’ın sevgisine imanda ve kendisini koruyup kolladığının bilgisindedir.
Kadının Gücü; kendi “Varlığına” ve “Oluşuna” olan sevgisinde ve saygısındadır.
Kadının Gücü; şimdiye kadar olanları bağışlama ve artık “kendisi” için yaşama ve kendisini bu dünyada “Kadın İnsan” olarak gerçek kılma samimiyetinde iradesinde, cesaretinde ve eylemindedir.
Kadın; sevgidir, nezakettir, inceliktir, zarafettir, yaratıcılıktır, sezgidir, bağışlamaktır, zekadır, muhteşemliktir. Kısaca varoluşun kendisidir. Doğurğandır. Ve bu Güçtür.
Bütün bu özellikler Yaradan’ın kadına bir lutfudur.

Yeter ki kadın ve erkek birbirlerine gölge etmesinler ve birbirlerinin yolundan çekilsinler.
Yoldan çekilmek ve gölge etmemek, birbirini “madde” haline getirip kendi nefsani arzuları için kullanmamaktır.

Kadın ve erkeğin birbirine gölge etmemesi; birlikte yan yana yürüyebilmesidir.
Yan yana yürümek fiziksel olarak yan yana yürümek değildir.
Yan yana yürümek Kadın İnsanın ve Erkek İnsanın Ruhen yan yana yürümesidir. Birbirini sevmesi sayması yüceltmesi ve karşısındakinin kendi özgürlüğünde durarak; kendini dilediği şekilde ifade edebilmesi için birbirinin önünden çekilmesidir.
Birbirine hiçbirşey, hiçbir gerekçeyle dayatmamasıdır.

Kimsenin kimseye lütfetmeye ihtiyacı yoktur. Yan yana yürümeye ihtiyacı vardır.

Özgürlük alınabilen, bağışlanabilen, verilebilen bir olgu değildir.
Özgürlük kimsenin kimseye “nimet” gibi sunabileceği bir şeyde değildir.
Kadın İnsan ve Erken İnsan basitçe özgürdür. Ve bu Doğası gereği böyledir.

Ve Özgürlük Yaradan’ın Kadın İnsana ve Erkek İnsana yaratılışın başından itibaren bağışladığı en değerli armağandır.
Bu nedenle kimse kimseye Yaradan’ın zaten çoktan bağışladığı bir şeyi veremez. Veriyorum sanıyorsa da büyük bir günah içindedir. Bu Yaradan’a ŞİRK koşmaktadır. Yaradan hiç kimseyi kendisinin çoktan bağışladığı bir şeyi (özgürlüğü) vermek için “Vekil” kılmamıştır.

Kadın İnsanın ruhuna örtülmeye çalışılan “Karanlık” yüzlerce yıldır cahil bırakılmış, ekonomik olarak yetersiz olan, ruhsal olarak özgür ve kusursuz olduğunun da netliğinde ve bilgisinde olmayan kadını bir yanılgı içine düşürmektir.
Kadının mahremiyetini koruma-kollama, kadına dinsel özgürlüğünü verme, toplumda yerini ve kendini ifade hakkını koruma adı altındaki bütün eylemler; Kadın İnsanın içinden çıkamayacağı binyıllık bir karanlığı getirip başına sarmaktır.

Karanlığı getirip özgürlük diye kadının başına sarınmasına yardımcı olamaya çalışmak ve yardım etme yoluyla sarmak;
Kadın İnsanın “Varlığına” saygısızlıktır. Sevgisizliktir. Hürmetsizliktir.
Toplumsal cehalete ikiliğe ve karanlık devirlere davetiye çıkarmaktır.
Özgürlüğün üstüne siyah çarşaf örtmektir.
Kadının boynuna yular geçirip erkek enerjinin şiddet dolu doğasına ve insafına terke etmektir.
Kadını her şekilde kullanmaktır, ruhunu sömürmektir, Toplumun dışında bırakmaktır.
Kadını nesne haline getirmektir.

Yaradan’ın tıpkı muhteşem yarattığı ve özgürlük bağışladığı Erkek İnsan gibi Kadın İnsanda muhteşem ve özgürdür.

Özgürlük; Varlığın kim ve nasıl olacağının sorumluluğudur.

Özgürlük; Yaşamın sorumluluğunu alıp sevgiyle yüreğinizin sizi götürdüğü yere gidebilme cesareti ve bilgeliğidir.

Özgürlük;İnsan gibi; Kadın İnsan, Erkek İnsan; İnsanoğlu olabilme iradesidir.

Ruhen özgür olan Kadın İnsan; kendi varlığının ve Yaradan’ın ona lütfettiklerinin bilincindedir. Ne açılıp saçılmaya ihtiyaç duyar ne de kapanıp örtünmeye. Hiç kimse tarafından onaylanma ve yerilme ihtiyacı da yoktur.

Yaradan’ın yarattığı İnsan Kadına; saygısızlık ve hürmetsizlik; Yaradan’a saygısızlık hürmetsizliktir.

Karanlığı Kadın İnsanın başına sarmak, sarmasına “yardımcı” oluyormuş gibi yapmak; Yaradan’ın Kadın İnsanı yaratmış olduğu şekliye şemaliyle beğenmemek, Kadın İnsanda kusur görmek ve O’nun Hükmüne ve İradesine karşı gelmektir
Kadın özgürlük sanarak, erkek insanın kadın için seçtiği, yarattığı karanlığa girerse, karanlık “erkek” içinde karanlığı getirecektir.
Evrenin kuralları basittir. Ne ekersen onu biçersin.
Karanlığı yaratırsan, karanlık gelip ayağına dolanır başına oturur.
Özgürlüğü çoğaltırsan, özgürlük gelir başının taçı olur.
Yaradan’ın Işığı olan sevgiyi çoğaltırsan, her yerde gelir sevgi ve hürmet seni bulur.

Okuyor olmak veya okumuş olmak insanın cehaletini almaz.
Çok bilmek ve ansiklopedileri yutmak cehaleti almaz.
Kutsal dinleri bilmek ve din kitabını ezberden okuyup üflemek de cehaleti almaz.

Cehaleti bir tek; İnsanın yüreğinde, Allah’ın yarattıklarına karşı duyduğu saygı hissettiği sevgi ve gösterdiği şefkat alıp götürür.

İnsana sevgisi saygısı olmayanın, Allah’a karşı da saygısı ve sevgisi olamaz.
Yüreğinde Allah Sevgisi ve İnsan Sevgisi olmayan cahildir. Cahillik her şekle girer ve bin bir türlü maskesi vardır.
Sevgi Yaradan’ın ışığıdır.

Cehalet ve Karanlık; ancak ve ancak sevgiyle arınır temizlenir.
Sevgi; Su’dur. Gönülleri yıkayıp paklayan arındıran.

“El Alem varır Yaradan’a; Ruhları özgür kılarak, sevgiyle söyleyerek, sevgiyle eyleyerek, niye gidersiniz ki El Alemin tersine yaratılmışı olduğu gibi sevmeyerek”. Nilgün Nart

“Gönlünü yıkayıp arıtmamışsan habire, abdest alıp durmaktan fayda bekleme”
“Noksanını gören Allah’a kanatlanır. Kendini olgun sanan yerde kalır”. Mevlana


Yazan Nilgün Nart
05.02.2008

3 Aralık 2007 Pazartesi

İNSANI GERÇEK KILAN NEDİR ?

İNSANI GERÇEK KILAN NEDİR ?


İnsanı insan yapan fiziksel görünüşü müdür, yoksa Ruhunda ki duruşu mudur?

“Ne elbiseler gördüm içinde insan yok, nice insanlar gördüm üzerinde elbise yok.” Mevlana

İnsanın gerçeği nedir?

Biyolojik bir anne babadan doğarak dünyaya gelmek, toplumsal kurallara göre eğitilmek, vakti saatinde geldiğinde, diğerlerinin de yürüdüğü yollardan geçerek; okul, iş, hayat arkadaşı, dostlar, çocuklar, emeklilik ve an be an yaşlılığın refakatinde ölümle sonlanan bir yaşam mıdır?

Eğer İnsanoğlu, içinde yaşadığı toplumun görünmeyen elleri tarafından standardize edilerek, kişiye sunulmuş “bilgisayar paket programı” gibi, kuralı, şartı, kalıbı, sınırı, başı, sonu belli olan bir yaşam yaşıyorsa ve bunun farkında bile değilse bu yaşam , “Yaşamak” mıdır? Yoksa nedir?

Düşmez insanın yakasından, toplumun kuralları, ailenin baskıları, dostların
sitemleri, sistemin kanını emen demir pençeleri.
Rahat bırakmaz İnsanın Ruhunu, öğretilerin tütsülü prensipleri, tarikatların; gücünü cehennemden alan sindirmeleri, dinlerin binyıllık tozlu baskıları, ahlaksal yapıları v.s
Sistemin işleyişi ortak mutabakatla sağlanır.

Toplumun çoğunluğunu oluşturan %99 kitle (subjektif olarak) neyin doğru veya neyin yanlış, oluşunu belirleyen bir yargı - ilkeler sistemi kavramı veya inancı üzerine üyelerinin davranışlarını An be An bizlerin düzene katılımı ile düzenlemektedir.
Bu düzene uyanlar normaldir. Uymayanlar anormaldir. Sistemin kurguladığı oyuna katılıp katılmamanıza göre ya “normal” olursunuz toplumun içinde kalırsınız yada “anormal” olursunuz toplumun dışında yer alırsınız.

Fakat bu ortak “normal” mutabakata rağmen yine de gezegende yaşayan bizler yeryüzünde ki Dünya Toplumsal Bilincinin ortak yaşam için oluşturmuş olduğu bütün kuralların; kaynağı ne olursa olsun, İnsanoğluna dünya gezegeninde mutluluk, özgürlük, huzur, refah, sevgi, barış getirmediği konusunda da mutabıkızdır.

Peki sistemde mutabıkız. Sistemin birey ve toplum için ürettiği değerlerin insanı insan yapmadığı ve yıkım getirdiği konusunda da mutabıkız. Nedir burada olmakta olan. Çanların çaldığı yer işte tam burasıdır. Görmemiz gereken “şey” olduğu gibi karşımızdadır.

Bu “Görüş; İnsana acı, savaş, esaret, sefillik, acizlik getiren her şey” noktasından bakıldığında ya sistem doğru ve normal değildir. Ya da İnsan doğru ve “normal” değildir.

İnsan nedir? İnsan canlıdır. Gerçektir. Basitçe vardır. Sonsuza kadar var olacaktır. Güneş vardır. Gezegenler vardır. Yaşam vardır. Basitçe vardır.

Sistem ve kural nedir? Kurgulamadır. İnsan tarafından yaratılır. İnsanın kendi doğasını yaşamasına hizmet etmesi için vardır. İnsan doğasına hizmet etmediği zaman bırakılır ve “yenisi” kurgulanır.

Bu nedenle; Sistem ve kurallar, insanlar için vardır. İnsanlar, sistem ve kurallar için yoktur.

Farkına varılması gereken en önemli “gerçek” ise sistemleri ve kuralları “”insanların”” değiştirebileceğidir.

Sistemlerin ve kurallarının değişmesinin insan eliyle yeniden kurgulanması ve değişmesi ise; insanoğlunun kendini değiştirmesi ile mümkün olabileceğidir. İnsanın kendini değiştirmesi; düzenin devamı için, doğduğu sistem ile birlikte, ona öğretilen her şeyi terk etmesi ile mümkündür.
Bu noktada yeninin doğması için “0” görüş gereklidir.

Sistem ve kurallar insanları değiştiremez. Robotlaştıramaz. Sistemlerin – kurallar insanları değiştiriyorsa buradan acı zülüm kin öfke nefret yıkım ve savaş doğar. İnsanoğlu bu sistemde; Güneşi olmayan sabahtır her gecede. Meyvesi olmayan ağaçtır yaşamın kendinde. Ölü gözlerle seyreder, kendisine olmakta olanı, tükenişini bir ömürlük göz açıp kapayışında.

İnsanoğlu; bu sistemde; Mevlana’nın sözlerinde anlatmaya çalıştığı, “elbise”dir; İnsanın; İçinde bir türlü “var” olamadığı ve doğasını yaşayamadığı.

William Shakspeare’in yüz yıllar öncesinden anlatmaya çalıştığı gibi…….
Yıldızları süpürürsün, farkında olmadan,
Güneş kucağındadır, bilemezsin.
Bir çocuk gözlerine bakar, arkan dönüktür.
Ciğerinde kuruludur orkestra, duymazsın.
Kocaman bir sevdadır yaşamakta olduğun, anlamazsın.
Uçar gider, koşsan da tutamazsın…..

Görmek isteyen için “gerçek” çok açık ve yalındır.
Yapılması gereken gerçekten olmakta olanı görmeyi istemek, görmeyi isterken cesaretle değişime hazır olmak, değişime hazır olurken iradeyle gelmekte olanı uzanıp almak ve korkusuzca gitmesi gerekenleri sevgiyle bırakmaktır.

Yoksa her şey bizim gücümüzle, onun öyle olduğuna inancımızla beslenen bir illüzyondan başka bir şey değildir. Ve işte o zaman Hayat; yaşandığı sanılan kocaman bir “yalanmış” olur.

İlluzyonu görmek bir adımdır. Fakat görmek yetmez.
Değişmeyi de istemek gerek. İlluzyondan vazgeçmeye gönüllü olmak, kararlı, cesaretli olmak gerek.
İnsanın kendi gerçeğini ve kurtuluşu araması bir adımdır. Fakat yetmez.
“Kendi” Gerçeğini almaya da hazır olmak gerek. Işıkta Aşkta sevgide yaşamaya gönüllü olmak, kararlı, cesaretli olmak gerek.

İlluzyon vardır. İnsanın zihinde ve her yerdedir.
Gerçek de vardır. İnsanın yüreğinde ve her yerdedir.
Hangisinin İnsanın Yaşamında “Görünüşe” çıkacağına karar veren yine insanın kendisidir.
İnsanın farkındalığı, seçimleri ve iradesi; Her An’da hangisinin ( gerçeği mi illuzyonu mu) gerçek” olacağını belirler.


İnsanoğlunun doğası; özgürlük, sevgi, aşk, mutluluk, refah, başarı, huzur, barış, paylaşım ve yansımadır. Akıştır.

Normal olmak ve normal olan, İnsanın doğasına uygun olandır. Aşkta, Sevgide, huzurda, barışta, özgürlükte, bollukta, başarıda, paylaşımda, yansımada, akışta, dengede kısaca “Kendimizde” olmaktır. Ve doğamıza uygun olan düzen de yaşamaktır.

Elbise pekaladır, İnsan da pekaladır.
Elbiseli İnsan, Gerçek İnsan, Gerçek Yaşam; Yaradan’ın insanoğluna armağanıdır. Vardır ve gerçektir. Ve muhteşemliktir.
Muhteşemlik; insana lütfedilmiş Tanrı’nın Armağanı olan “Yaşamı”, “Sevgiyi”, “Aşkı”, “Kendisini” özgür iradesi ile fiziksel Alemde görünüşe çıkarmasıdır. Gerçek kılmasıdır.

Öyle Ol’malıdır ki, öyle eylemelidir ki, öyle durmalıdır ki, her yeri ve her şeyi tıpkı yüreğindeymiş gibi yaşasın ve OL’sun.

Öyle bir yaşamalıdır ki ne içerisi kalsın ne de dışarısı.
Dolu dolu her hücresine kadar fizikselliğinin beş duyusu ile birlikte içerisini dışarıda da deneyimlemelidir ki, “Yaşam”, yaşam olsun.

İnsanın Gerçek olması; “Yüreğinde” olması, “Gönül Dergahında” yaşaması demektir.
Kalbin Arzularının ve Yasalarının geçerli olması demektir.
Ve bu “Kendisi” olarak “Yaşamın” gerçekleşmesidir.

Kısaca “Gerçek” olmak; insanın; Ruhunun Asaletinde, özgün doğasında, Aşkı, Sevgiyi, Huzuru, Barışı, Refahı, Başarıyı, Özgürlüğü yaşamak için kararlı olması ve daha azına asla asla razı olmaması demektir.

Ruhun Duruşu; yürekte yaşanmak istenilenlerin ve OL’mak istenilenlerin başında hazır olda nöbet tutarak cesur bir iradeyle ilgili anlamları “kendinde” An be An yeniden var etmektir.

Herkesin yüreğinde oturan O’dur. Ve O sevgidir. Ve Yaşamdır.
Ve “Kendimizi” bu fiziksel alemde gerçek kılmak, sevgiyi gerçek kılmaktır


İşte o zaman içerisi dışarısı olur. Her yer ve her şey sır olur. Her şey “Bir” olur. Aşk olur. Var oluşun sevinci hücrelerinizde tek nabız gibi atmaya başlar. Yaşamın ihtişamlı renkleri dolar gözlerinize. Yüreğinizde ki mevsim, Sonsuz Aşkın çiçek açtığı her daim bir ilkbahardır.
Her şeyden özgür ve azade. Koşulsuz. İhtiyaçsız. Zarasız.

Galaktik düzlemde gelinen Moment, İnsanlığın;
EBEDİ BİR GÜNÜN ŞAFAĞINDAN “Kendisine”, “Gerçeğine” doğması içindir.

Hadi kalk artık binyıllık uykundan

Gün senin, Yaşam senin, Aşk senin
Dileyebileceğin ve düşleyebileceğin her şey, ama her şey senin
Hadi bırak sana ait olmayanı, bak içindeki hazine senin
Aş dünyayı; kuralları, sınırları, beni, seni, değirmen seni de öğütmeden
Söyle dağa taşa ve insana sevgini, dil lal olup susmadan
Hisset ve Yaşa Aşkı, dünyanın acı ve kederi yüreğine doluşmadan
Paylaş, paylaşabildiğin her güzelliği, bir gün gelip senden alınmadan
Gül gülebildiğince. Kahkahanla çınlasın Alemler, güller yüzünde solmadan

Söyle söylenecek ne varsa aşk ve sevgi adına, yaşam ve insanlık adına, henüz vakit geç olmadan

“Kendini” yaşa doyasıya aşkla sevgiyle; bir şelalenin coşkusunda, baharın tazeliğinde çocuğun saflığında, bulutun hafifliğinde suyun duruluğunda.

Efendi ol, henüz gören gözlerin, söyleyen dillerin, bir dünya bedenin varken
Ol.
Ol ki “Kendin” Ol.
Ol ki Yaşamın ta Kendisi Ol.

Yazan Nilgün Nart ….. 03/12/2007

22 Ekim 2007 Pazartesi

VERMENİN BİLGELİGİ VE NEZAKETİ

VERMENİN BİLGELİGİ VE NEZAKETİ


21 yüzyıl; gözlerimizin önüne serdiği şiddet ve acı dolu Dünya ve İnsan dramasına rağmen; İnsanoğlunun uzun Evrim yolcuğunda bir dönüm noktası olacak.
İnsanlık; sefalet, açlık, hastalık, savaş, kargaşa, felaket, yalnızlık ve radikal değişimlerin kaosunda kıvranıyor.
Hep birlikte gidebileceğimiz ve insan Tadında yaşayabileceğimiz bir yer arıyoruz. Uzaklarda böyle bir köy var. Henüz şu An gidemesek de bu köy bizim köyümüz.
Bize yüreğimizin vaad ettiği bir köy. O köyü görebilmemizin tek bir olasılığı var. Yüreğimizde yaşamak. Çünkü sadece kalbimizde yaşayabildiğimizde bu “Köyün” yolları ve kendisi görünür oluyor.
Her şey bizden gelip gittiğinde ve zamanlar tüm An’ları tükettiğinde bile yüreğimiz bizim.

Ve biz yüreğimizde yaşadığımızda, bir çiçek gibi nedensiz açabildiğimizde, yağmur gibi nedensiz yağabildiğimizde, Gerçek İnsanoğlu gibi nedensiz ve amaçsız verebildiğimizde ve paylaşabildiğimizde “Yuva” herkes için görünür olacak. Yaşam, yaşam olacak. Gerçek olacak. Ve Akış olacak.

Akmak basitçe yansımak veya vermektir.
Akışın doğasıyla Bir olmaktır.
Vermek de; vermenin bilgeliğinde, nezaketinde, asaletinde “olunduğunda” vermektir.

Vermek illaki her zaman maddi bir şeyler vermek demek değildir. Bazen bir dostu can kulağıyla dinlemektir. Çiçeğin, böceğin ve yaşamın güzelliğini An’da huşu içinde seyredebilmektir. Komşuna, arkadaşına, sokaktaki insana nedensiz gülümseyebilmektir. Bazen sessizce bir dostun yanında oturup ona sevgiyle sarılabilmektir. Bazen maddi manevi elimizden geldiğince insanlara koşulsuzca elimizi uzatabilmektir.
Çocuğun saf neşesinde, büyüğün mana derinliğinde; ilgiyle, tutkuyla kendimizi ve yaşamı keşfedebilmektir.
Nedensiz bir şekilde var olan her şeyi sevgiyle sarıp sarmalayabilmektir.
An’ları; hazır ve nazır bir şekilde bütün varlıklarla, sevgiyle coşkuyla paylaşabilmektir.
Bu dünyada diğerlerinin de olduğunu ve onlarında bizim gibi aynı üzüntüleri acıları özlemleri olduğunu unutmadan, her yere sevgiyle akmak ve sessizce; güzelliğin doğası için “sevgi” olabilmektir.

Vermek; basitçe Hazır OL’da, An’da yansıma kapasitesidir.
Yaşama An’da sevgiyle yanıt verebilme eğilimidir.
Basitçe Sevgidir.
Sevgiyi çoğaltmaktır.
Zihin devreye girmeden, gönlünüzün dilediğince, içinizden geldiğince; Sevgi olan aslınızı çoğaltma ve deneyimleme,“kendiniz” olma halidir.

Vermenin Bilgeliği farkındalıktan gelir. Farkındalığımız ne kadar yüksekse o kadar yaşama cevap verme, yansıyabilme, akma yeteneğinde oluruz.

Dünyada yaşanan “Kaos”; İnsanoğlu (almadan önce), koşulsuzca, ihtiyaçsızca ve zararsızca vermenin bilgeliğine erebildiğinde, Yeni Varoluşa dönüşebilecektir.
Ne daha önce ne daha sonra.
Çünkü insan nefs denen ayrılık illuzyonu içindedir.
Ve nefs vermeden almak ister. Almak istemesi kendini eksik bilmesinden ve hissetmesindendir. Tamamlanmak ve bütünlenmektir amacı.

Nefsin sınırları, inançları, koşulları, kalıpları, şartları vardır. Sınırları, nefsi bütünden ayırır. Ve nefs ; sınırlarıyla , şartlarıyla tamamlanmak ve bütünlenmek ister.
Ve bir türlü tamamlanamaz. Halkayı kapatamaz.
Halkayı kapatamamasının nedeni sınırlarıdır.
Halbuki sınırlar, yani perdeler kalktığında tamam ve bütün olduğu görülebilir.
Kısaca hiçbir zaman “eksik” olunmadığı fark edilir.

Tamamlanma, “daha fazla” alarak bütünlenme değildir.
Fazla olanın, engel olanın (nefsin), perdenin kaldırılarak tamamlanılmasıdır.
Bütünün görülmesidir.

Aslında Evren koşulsuzca herkesin ve her şeyin üzerine her An Rahmetini yağdırmaktadır. Nefs, sınırlarından ve inançlarından yağan Rahmeti görememektedir. Görse bile sınırlarına ve inançlarınla çelişkiye düştüğü için alamamaktadır.

Ancak ve ancak tamamlanma maksadıyla, karşılık bekleyerek verebilmektedir.
Dünyayı bile alsa, sınırlarının ve inançlarının oluşturduğu hapishanede oturduğu için doymayacaktır. Her alışında biraz daha semirecektir. Daha fazlasını isteyecektir.

Ve bu dünyada nefs için her alışın bir bedeli olacaktır. Dersi olacaktır.
Her ders bir Rahmettir, nefs hapishanesinin bir demir parmaklığını kıracaktır. Şükür içinde olup ders görülebilecek kadar alçak gönüllüyse ve yolu Gönül Dergahına gidiyorsa.

Ve nefsin sınırları olduğu için, bir gün gelir kendi sınırlarında son bulur.
Ve o An geç de olsa bilir ki hiçbir şey asla onun olmamıştır. Hiçbir şeye sahip olamamıştır.

Sonsuz ve sınırsızlıkta, bir nefeslik canı ve bir adımlık kafesi dağılır gider.

Kendisine, armağan edilmiş yaşamı Yaradan’ın, her an her şeye yağan Rahmetini paylaşmak ve yansımak için vesileden başka bir şey değilmiş.
Anlar.
Vakit geçtir. Dersler bir sonraki yaşamlara aktarılır.
Ta ki her yaşamını, her şeyi bir noktada birleştirene kadar. Birleştiği ve bütünlendiği yaşamında, Aşkla Sevgiyle, Sonsuzun kapısına gelene kadar.

Bu kapıda sınırlar, inançlar, kalıplar, kurallar ve bütün nedenler sorular-cevaplar dökülür İnsanoğlunun üzerinden.

Yaşamın ne için olduğu ve nasıl olduğu görülür. Düşler birleşir. Bütünlenir ve tamlanır.
Bu An’da Efendi ihtişamla tıpkı bir Güneş gibi doğar.
İhtiyaçsızdır, zararsızdır, koşulsuzdur.
Evrenle birlikte yağar.
Hazine O’nundur.
Kendisi O’dur.
O hazinedir.
Basitçe “Verir”.
Paylaşır.
Yansır.

Yaşam, Rahmet demektir.
Vermek demektir.
Ortaya çıkmak demektir.
Dolayısıyla nefs, alamadığı için veya kendini kapattığı hapishanesinden dolayı tamamlanamadığı yanılsamasında olduğu için de verememektedir. Akış nefs “engeline” takılır. Tıkanıklık oluşur. Kaos ortaya çıkar.

Kaosun içinden, toz dumanın acının sefaletin ve savaşın orta yerine sahte bir “Güneş” gibi nefs doğar. Diğer “nefslerden” almak ve tamamlanmak için.

Sözüm Ona Nefs;
Kendini bile kurtaramayan, “kurtarıcı” olur.
Duygularına ve düşüncelerine bile hakim değilken, “hükmeden”, buyuran olur.
Yüreğine bile taht kuramayan, şarlatan “kral” olur.
Zulmeden, asan, kesen, dilinin ucunda seven, küçük dağları yaratan olur.

Çünkü eksiktir. Aşağıdadır.
Yukarı çıkamamaktadır. Bütün değildir.
Ancak ve ancak; diğerlerini aşağıya çektiğinde, kendini yukarı çıkarabilmektedir.
Ancak ve ancak; diğerlerinden aldığında, diğerlerini sonsuza kadar her yönüyle sömürebildiğinde bütün (geçici bir yanılsamayla) olabilmektedir.

Ardı arkası gelmez bir yanılsama, Dünya Oyununun ve Evren Oyununun her sahnesinde silsileler halinde, değişik maskeler ve bahanelerle sürmektedir.

Evrende her şey bir çeşit enerji alış verişidir.

Dünyada dahil Evrenin her köşe bucağında nedeni ne olursa olsun ve neye hizmet ederse etsin oynanan oyunun adı temelinde “Enerji alarak veya aşağıya indirerek” tamamlanma OYUNUDUR.

“Aşağısı nasılsa, yukarısı da öyledir.” Heraklitus
(İnsan nasılsa Evrende öyledir)

Evrende; bütün “Varlık Boyutunun” selameti için değişmesi gereken temel budur.

Ve “Varlık Boyutlarının” selameti için;
Şimdiye kadar Dünyada dahil bütün Varlık Boyutlarında yaratılan; korkunun, korkutmanın, değersizliğin, yetersizliğin, bağımlılıkların, hükümranlığın, yüceliğin, alçaklığın, astın, üstün, otoritenin, tutsaklığın, üstün olma ve ezilme ihtiyacının şifalanması gerekmektedir.

İnsan değiştiğinde ve Gerçek İnsanoğlu olduğunda ( El İnsan), Dünyada değişecektir.
Dünya değiştiğinde Evren de değişecektir.

“İnsanoğlu bir hamur teknesi boyundadır; ama, tabiattan da üstündür, kainattan da” Mevlana

Ne mutlu kendi değerini bilenlere, İnsan varlığını sevenlere.

Bu nedenle; İnsanın; kendi değerini bilmekten, merkezinde, dengede kalmaktan ve “Sevgi-Aşk” olmaktan ve koşulsuzca zararsızca ve ihtiyaçsızca vermeyi öğrenmekten başka hiçbir şeye ihtiyacı yoktur.

İnsanoğlunun; cennete cehenneme, cezaya ödüle, kotalara hükmedenlere, yol gösterenlere, yol olanlara, birliklere, katılımlara, uzay gemilerine, boyutlara, yücelere ihtiyacı yoktur.

Yeter ki İnsan; “Kendisi” olsun. Yüreğinde olsun. Sevgi olsun. Aşk Olsun. Yansıma olsun. Akış olsun.

Hepsi, Alemde olan her şey ve olacak olan her şey; öz, yücelik, özgürlük, cennet, barış huzur, sonsuz boyutlar, cevherler, hazineler, hepsi ve her şey
İnsanın yüreğindedir.
Herkesin yüreğinde “O” vardır.
Ve “O” her şeydir.
Ve “Kendisidir”.
Ve İnsan, “kendisi olduğunda” her şeydir.
İhtiyaçsızdır, zararsızdır ve koşulsuzdur.

“Efendidir”

Efendinin yansıdığı yerde, istek olmaz, arzu olmaz. Her arzu ve istek dile gelmeden, ihtiyaç hasıl olmadan çoktan verilmiş, paylaşılmış ve yansıtılmıştır.
Her şey dengede ve huzurdadır. Güneş her yerdedir.

Ve Efendi, Efendiliğini bildiği için, Efendiliği için, Var olduğu için, nefes alabildiği için, Rahmet için, verebildiği- yansıyabildiği için şükreder.
Efendi, sunduğunu alabilecek birilerini bulduğu için şükreder.
Verir. Verebildikçe Şükreder.
Şükrettikçe “kendini” daha fazla hatırlar, her hatırlayış başka bir derinliktir.
Yol uzundur.
Çünkü her An’da sonsuz “kendi” Varlığında bütün boyutlara doğru derinleşir.
Efendi, “Kendisidir ve “Kendisi” sevgidir.
Verme eylemi “Kendisi” olduğu için ve kendinden kendisine olduğu için nazik ve asildir.

Efendinin bir elinin verdiğini diğeri görmez.
Çünkü Efendi Tek’tir. El de Tek’tir.
Alanda kendisidir. Verende kendisidir
Zendeki “Tek elin sesidir”.
Tek, Sessizlik olur.
Sessizce alır sessizce verir.

Efendi; “Kendini” kısaca;"sevgiyi" ve “sevinci” karşılaştığı her canlının varlığında aşkla ve sevgiyle, nazikçe, Ruhunun Asaletinde, ihtiyaç hasıl olmadan sessizce çoğaltandır.

Yaşamın Üstadı olmak ve Onda bir mana bulabilmek, bir anlamda yansıyabilme ve kendimizi çoğaltabilme sanatı değil midir?


Yazan Nilgün Nart