3 Aralık 2007 Pazartesi

İNSANI GERÇEK KILAN NEDİR ?

İNSANI GERÇEK KILAN NEDİR ?


İnsanı insan yapan fiziksel görünüşü müdür, yoksa Ruhunda ki duruşu mudur?

“Ne elbiseler gördüm içinde insan yok, nice insanlar gördüm üzerinde elbise yok.” Mevlana

İnsanın gerçeği nedir?

Biyolojik bir anne babadan doğarak dünyaya gelmek, toplumsal kurallara göre eğitilmek, vakti saatinde geldiğinde, diğerlerinin de yürüdüğü yollardan geçerek; okul, iş, hayat arkadaşı, dostlar, çocuklar, emeklilik ve an be an yaşlılığın refakatinde ölümle sonlanan bir yaşam mıdır?

Eğer İnsanoğlu, içinde yaşadığı toplumun görünmeyen elleri tarafından standardize edilerek, kişiye sunulmuş “bilgisayar paket programı” gibi, kuralı, şartı, kalıbı, sınırı, başı, sonu belli olan bir yaşam yaşıyorsa ve bunun farkında bile değilse bu yaşam , “Yaşamak” mıdır? Yoksa nedir?

Düşmez insanın yakasından, toplumun kuralları, ailenin baskıları, dostların
sitemleri, sistemin kanını emen demir pençeleri.
Rahat bırakmaz İnsanın Ruhunu, öğretilerin tütsülü prensipleri, tarikatların; gücünü cehennemden alan sindirmeleri, dinlerin binyıllık tozlu baskıları, ahlaksal yapıları v.s
Sistemin işleyişi ortak mutabakatla sağlanır.

Toplumun çoğunluğunu oluşturan %99 kitle (subjektif olarak) neyin doğru veya neyin yanlış, oluşunu belirleyen bir yargı - ilkeler sistemi kavramı veya inancı üzerine üyelerinin davranışlarını An be An bizlerin düzene katılımı ile düzenlemektedir.
Bu düzene uyanlar normaldir. Uymayanlar anormaldir. Sistemin kurguladığı oyuna katılıp katılmamanıza göre ya “normal” olursunuz toplumun içinde kalırsınız yada “anormal” olursunuz toplumun dışında yer alırsınız.

Fakat bu ortak “normal” mutabakata rağmen yine de gezegende yaşayan bizler yeryüzünde ki Dünya Toplumsal Bilincinin ortak yaşam için oluşturmuş olduğu bütün kuralların; kaynağı ne olursa olsun, İnsanoğluna dünya gezegeninde mutluluk, özgürlük, huzur, refah, sevgi, barış getirmediği konusunda da mutabıkızdır.

Peki sistemde mutabıkız. Sistemin birey ve toplum için ürettiği değerlerin insanı insan yapmadığı ve yıkım getirdiği konusunda da mutabıkız. Nedir burada olmakta olan. Çanların çaldığı yer işte tam burasıdır. Görmemiz gereken “şey” olduğu gibi karşımızdadır.

Bu “Görüş; İnsana acı, savaş, esaret, sefillik, acizlik getiren her şey” noktasından bakıldığında ya sistem doğru ve normal değildir. Ya da İnsan doğru ve “normal” değildir.

İnsan nedir? İnsan canlıdır. Gerçektir. Basitçe vardır. Sonsuza kadar var olacaktır. Güneş vardır. Gezegenler vardır. Yaşam vardır. Basitçe vardır.

Sistem ve kural nedir? Kurgulamadır. İnsan tarafından yaratılır. İnsanın kendi doğasını yaşamasına hizmet etmesi için vardır. İnsan doğasına hizmet etmediği zaman bırakılır ve “yenisi” kurgulanır.

Bu nedenle; Sistem ve kurallar, insanlar için vardır. İnsanlar, sistem ve kurallar için yoktur.

Farkına varılması gereken en önemli “gerçek” ise sistemleri ve kuralları “”insanların”” değiştirebileceğidir.

Sistemlerin ve kurallarının değişmesinin insan eliyle yeniden kurgulanması ve değişmesi ise; insanoğlunun kendini değiştirmesi ile mümkün olabileceğidir. İnsanın kendini değiştirmesi; düzenin devamı için, doğduğu sistem ile birlikte, ona öğretilen her şeyi terk etmesi ile mümkündür.
Bu noktada yeninin doğması için “0” görüş gereklidir.

Sistem ve kurallar insanları değiştiremez. Robotlaştıramaz. Sistemlerin – kurallar insanları değiştiriyorsa buradan acı zülüm kin öfke nefret yıkım ve savaş doğar. İnsanoğlu bu sistemde; Güneşi olmayan sabahtır her gecede. Meyvesi olmayan ağaçtır yaşamın kendinde. Ölü gözlerle seyreder, kendisine olmakta olanı, tükenişini bir ömürlük göz açıp kapayışında.

İnsanoğlu; bu sistemde; Mevlana’nın sözlerinde anlatmaya çalıştığı, “elbise”dir; İnsanın; İçinde bir türlü “var” olamadığı ve doğasını yaşayamadığı.

William Shakspeare’in yüz yıllar öncesinden anlatmaya çalıştığı gibi…….
Yıldızları süpürürsün, farkında olmadan,
Güneş kucağındadır, bilemezsin.
Bir çocuk gözlerine bakar, arkan dönüktür.
Ciğerinde kuruludur orkestra, duymazsın.
Kocaman bir sevdadır yaşamakta olduğun, anlamazsın.
Uçar gider, koşsan da tutamazsın…..

Görmek isteyen için “gerçek” çok açık ve yalındır.
Yapılması gereken gerçekten olmakta olanı görmeyi istemek, görmeyi isterken cesaretle değişime hazır olmak, değişime hazır olurken iradeyle gelmekte olanı uzanıp almak ve korkusuzca gitmesi gerekenleri sevgiyle bırakmaktır.

Yoksa her şey bizim gücümüzle, onun öyle olduğuna inancımızla beslenen bir illüzyondan başka bir şey değildir. Ve işte o zaman Hayat; yaşandığı sanılan kocaman bir “yalanmış” olur.

İlluzyonu görmek bir adımdır. Fakat görmek yetmez.
Değişmeyi de istemek gerek. İlluzyondan vazgeçmeye gönüllü olmak, kararlı, cesaretli olmak gerek.
İnsanın kendi gerçeğini ve kurtuluşu araması bir adımdır. Fakat yetmez.
“Kendi” Gerçeğini almaya da hazır olmak gerek. Işıkta Aşkta sevgide yaşamaya gönüllü olmak, kararlı, cesaretli olmak gerek.

İlluzyon vardır. İnsanın zihinde ve her yerdedir.
Gerçek de vardır. İnsanın yüreğinde ve her yerdedir.
Hangisinin İnsanın Yaşamında “Görünüşe” çıkacağına karar veren yine insanın kendisidir.
İnsanın farkındalığı, seçimleri ve iradesi; Her An’da hangisinin ( gerçeği mi illuzyonu mu) gerçek” olacağını belirler.


İnsanoğlunun doğası; özgürlük, sevgi, aşk, mutluluk, refah, başarı, huzur, barış, paylaşım ve yansımadır. Akıştır.

Normal olmak ve normal olan, İnsanın doğasına uygun olandır. Aşkta, Sevgide, huzurda, barışta, özgürlükte, bollukta, başarıda, paylaşımda, yansımada, akışta, dengede kısaca “Kendimizde” olmaktır. Ve doğamıza uygun olan düzen de yaşamaktır.

Elbise pekaladır, İnsan da pekaladır.
Elbiseli İnsan, Gerçek İnsan, Gerçek Yaşam; Yaradan’ın insanoğluna armağanıdır. Vardır ve gerçektir. Ve muhteşemliktir.
Muhteşemlik; insana lütfedilmiş Tanrı’nın Armağanı olan “Yaşamı”, “Sevgiyi”, “Aşkı”, “Kendisini” özgür iradesi ile fiziksel Alemde görünüşe çıkarmasıdır. Gerçek kılmasıdır.

Öyle Ol’malıdır ki, öyle eylemelidir ki, öyle durmalıdır ki, her yeri ve her şeyi tıpkı yüreğindeymiş gibi yaşasın ve OL’sun.

Öyle bir yaşamalıdır ki ne içerisi kalsın ne de dışarısı.
Dolu dolu her hücresine kadar fizikselliğinin beş duyusu ile birlikte içerisini dışarıda da deneyimlemelidir ki, “Yaşam”, yaşam olsun.

İnsanın Gerçek olması; “Yüreğinde” olması, “Gönül Dergahında” yaşaması demektir.
Kalbin Arzularının ve Yasalarının geçerli olması demektir.
Ve bu “Kendisi” olarak “Yaşamın” gerçekleşmesidir.

Kısaca “Gerçek” olmak; insanın; Ruhunun Asaletinde, özgün doğasında, Aşkı, Sevgiyi, Huzuru, Barışı, Refahı, Başarıyı, Özgürlüğü yaşamak için kararlı olması ve daha azına asla asla razı olmaması demektir.

Ruhun Duruşu; yürekte yaşanmak istenilenlerin ve OL’mak istenilenlerin başında hazır olda nöbet tutarak cesur bir iradeyle ilgili anlamları “kendinde” An be An yeniden var etmektir.

Herkesin yüreğinde oturan O’dur. Ve O sevgidir. Ve Yaşamdır.
Ve “Kendimizi” bu fiziksel alemde gerçek kılmak, sevgiyi gerçek kılmaktır


İşte o zaman içerisi dışarısı olur. Her yer ve her şey sır olur. Her şey “Bir” olur. Aşk olur. Var oluşun sevinci hücrelerinizde tek nabız gibi atmaya başlar. Yaşamın ihtişamlı renkleri dolar gözlerinize. Yüreğinizde ki mevsim, Sonsuz Aşkın çiçek açtığı her daim bir ilkbahardır.
Her şeyden özgür ve azade. Koşulsuz. İhtiyaçsız. Zarasız.

Galaktik düzlemde gelinen Moment, İnsanlığın;
EBEDİ BİR GÜNÜN ŞAFAĞINDAN “Kendisine”, “Gerçeğine” doğması içindir.

Hadi kalk artık binyıllık uykundan

Gün senin, Yaşam senin, Aşk senin
Dileyebileceğin ve düşleyebileceğin her şey, ama her şey senin
Hadi bırak sana ait olmayanı, bak içindeki hazine senin
Aş dünyayı; kuralları, sınırları, beni, seni, değirmen seni de öğütmeden
Söyle dağa taşa ve insana sevgini, dil lal olup susmadan
Hisset ve Yaşa Aşkı, dünyanın acı ve kederi yüreğine doluşmadan
Paylaş, paylaşabildiğin her güzelliği, bir gün gelip senden alınmadan
Gül gülebildiğince. Kahkahanla çınlasın Alemler, güller yüzünde solmadan

Söyle söylenecek ne varsa aşk ve sevgi adına, yaşam ve insanlık adına, henüz vakit geç olmadan

“Kendini” yaşa doyasıya aşkla sevgiyle; bir şelalenin coşkusunda, baharın tazeliğinde çocuğun saflığında, bulutun hafifliğinde suyun duruluğunda.

Efendi ol, henüz gören gözlerin, söyleyen dillerin, bir dünya bedenin varken
Ol.
Ol ki “Kendin” Ol.
Ol ki Yaşamın ta Kendisi Ol.

Yazan Nilgün Nart ….. 03/12/2007

22 Ekim 2007 Pazartesi

VERMENİN BİLGELİGİ VE NEZAKETİ

VERMENİN BİLGELİGİ VE NEZAKETİ


21 yüzyıl; gözlerimizin önüne serdiği şiddet ve acı dolu Dünya ve İnsan dramasına rağmen; İnsanoğlunun uzun Evrim yolcuğunda bir dönüm noktası olacak.
İnsanlık; sefalet, açlık, hastalık, savaş, kargaşa, felaket, yalnızlık ve radikal değişimlerin kaosunda kıvranıyor.
Hep birlikte gidebileceğimiz ve insan Tadında yaşayabileceğimiz bir yer arıyoruz. Uzaklarda böyle bir köy var. Henüz şu An gidemesek de bu köy bizim köyümüz.
Bize yüreğimizin vaad ettiği bir köy. O köyü görebilmemizin tek bir olasılığı var. Yüreğimizde yaşamak. Çünkü sadece kalbimizde yaşayabildiğimizde bu “Köyün” yolları ve kendisi görünür oluyor.
Her şey bizden gelip gittiğinde ve zamanlar tüm An’ları tükettiğinde bile yüreğimiz bizim.

Ve biz yüreğimizde yaşadığımızda, bir çiçek gibi nedensiz açabildiğimizde, yağmur gibi nedensiz yağabildiğimizde, Gerçek İnsanoğlu gibi nedensiz ve amaçsız verebildiğimizde ve paylaşabildiğimizde “Yuva” herkes için görünür olacak. Yaşam, yaşam olacak. Gerçek olacak. Ve Akış olacak.

Akmak basitçe yansımak veya vermektir.
Akışın doğasıyla Bir olmaktır.
Vermek de; vermenin bilgeliğinde, nezaketinde, asaletinde “olunduğunda” vermektir.

Vermek illaki her zaman maddi bir şeyler vermek demek değildir. Bazen bir dostu can kulağıyla dinlemektir. Çiçeğin, böceğin ve yaşamın güzelliğini An’da huşu içinde seyredebilmektir. Komşuna, arkadaşına, sokaktaki insana nedensiz gülümseyebilmektir. Bazen sessizce bir dostun yanında oturup ona sevgiyle sarılabilmektir. Bazen maddi manevi elimizden geldiğince insanlara koşulsuzca elimizi uzatabilmektir.
Çocuğun saf neşesinde, büyüğün mana derinliğinde; ilgiyle, tutkuyla kendimizi ve yaşamı keşfedebilmektir.
Nedensiz bir şekilde var olan her şeyi sevgiyle sarıp sarmalayabilmektir.
An’ları; hazır ve nazır bir şekilde bütün varlıklarla, sevgiyle coşkuyla paylaşabilmektir.
Bu dünyada diğerlerinin de olduğunu ve onlarında bizim gibi aynı üzüntüleri acıları özlemleri olduğunu unutmadan, her yere sevgiyle akmak ve sessizce; güzelliğin doğası için “sevgi” olabilmektir.

Vermek; basitçe Hazır OL’da, An’da yansıma kapasitesidir.
Yaşama An’da sevgiyle yanıt verebilme eğilimidir.
Basitçe Sevgidir.
Sevgiyi çoğaltmaktır.
Zihin devreye girmeden, gönlünüzün dilediğince, içinizden geldiğince; Sevgi olan aslınızı çoğaltma ve deneyimleme,“kendiniz” olma halidir.

Vermenin Bilgeliği farkındalıktan gelir. Farkındalığımız ne kadar yüksekse o kadar yaşama cevap verme, yansıyabilme, akma yeteneğinde oluruz.

Dünyada yaşanan “Kaos”; İnsanoğlu (almadan önce), koşulsuzca, ihtiyaçsızca ve zararsızca vermenin bilgeliğine erebildiğinde, Yeni Varoluşa dönüşebilecektir.
Ne daha önce ne daha sonra.
Çünkü insan nefs denen ayrılık illuzyonu içindedir.
Ve nefs vermeden almak ister. Almak istemesi kendini eksik bilmesinden ve hissetmesindendir. Tamamlanmak ve bütünlenmektir amacı.

Nefsin sınırları, inançları, koşulları, kalıpları, şartları vardır. Sınırları, nefsi bütünden ayırır. Ve nefs ; sınırlarıyla , şartlarıyla tamamlanmak ve bütünlenmek ister.
Ve bir türlü tamamlanamaz. Halkayı kapatamaz.
Halkayı kapatamamasının nedeni sınırlarıdır.
Halbuki sınırlar, yani perdeler kalktığında tamam ve bütün olduğu görülebilir.
Kısaca hiçbir zaman “eksik” olunmadığı fark edilir.

Tamamlanma, “daha fazla” alarak bütünlenme değildir.
Fazla olanın, engel olanın (nefsin), perdenin kaldırılarak tamamlanılmasıdır.
Bütünün görülmesidir.

Aslında Evren koşulsuzca herkesin ve her şeyin üzerine her An Rahmetini yağdırmaktadır. Nefs, sınırlarından ve inançlarından yağan Rahmeti görememektedir. Görse bile sınırlarına ve inançlarınla çelişkiye düştüğü için alamamaktadır.

Ancak ve ancak tamamlanma maksadıyla, karşılık bekleyerek verebilmektedir.
Dünyayı bile alsa, sınırlarının ve inançlarının oluşturduğu hapishanede oturduğu için doymayacaktır. Her alışında biraz daha semirecektir. Daha fazlasını isteyecektir.

Ve bu dünyada nefs için her alışın bir bedeli olacaktır. Dersi olacaktır.
Her ders bir Rahmettir, nefs hapishanesinin bir demir parmaklığını kıracaktır. Şükür içinde olup ders görülebilecek kadar alçak gönüllüyse ve yolu Gönül Dergahına gidiyorsa.

Ve nefsin sınırları olduğu için, bir gün gelir kendi sınırlarında son bulur.
Ve o An geç de olsa bilir ki hiçbir şey asla onun olmamıştır. Hiçbir şeye sahip olamamıştır.

Sonsuz ve sınırsızlıkta, bir nefeslik canı ve bir adımlık kafesi dağılır gider.

Kendisine, armağan edilmiş yaşamı Yaradan’ın, her an her şeye yağan Rahmetini paylaşmak ve yansımak için vesileden başka bir şey değilmiş.
Anlar.
Vakit geçtir. Dersler bir sonraki yaşamlara aktarılır.
Ta ki her yaşamını, her şeyi bir noktada birleştirene kadar. Birleştiği ve bütünlendiği yaşamında, Aşkla Sevgiyle, Sonsuzun kapısına gelene kadar.

Bu kapıda sınırlar, inançlar, kalıplar, kurallar ve bütün nedenler sorular-cevaplar dökülür İnsanoğlunun üzerinden.

Yaşamın ne için olduğu ve nasıl olduğu görülür. Düşler birleşir. Bütünlenir ve tamlanır.
Bu An’da Efendi ihtişamla tıpkı bir Güneş gibi doğar.
İhtiyaçsızdır, zararsızdır, koşulsuzdur.
Evrenle birlikte yağar.
Hazine O’nundur.
Kendisi O’dur.
O hazinedir.
Basitçe “Verir”.
Paylaşır.
Yansır.

Yaşam, Rahmet demektir.
Vermek demektir.
Ortaya çıkmak demektir.
Dolayısıyla nefs, alamadığı için veya kendini kapattığı hapishanesinden dolayı tamamlanamadığı yanılsamasında olduğu için de verememektedir. Akış nefs “engeline” takılır. Tıkanıklık oluşur. Kaos ortaya çıkar.

Kaosun içinden, toz dumanın acının sefaletin ve savaşın orta yerine sahte bir “Güneş” gibi nefs doğar. Diğer “nefslerden” almak ve tamamlanmak için.

Sözüm Ona Nefs;
Kendini bile kurtaramayan, “kurtarıcı” olur.
Duygularına ve düşüncelerine bile hakim değilken, “hükmeden”, buyuran olur.
Yüreğine bile taht kuramayan, şarlatan “kral” olur.
Zulmeden, asan, kesen, dilinin ucunda seven, küçük dağları yaratan olur.

Çünkü eksiktir. Aşağıdadır.
Yukarı çıkamamaktadır. Bütün değildir.
Ancak ve ancak; diğerlerini aşağıya çektiğinde, kendini yukarı çıkarabilmektedir.
Ancak ve ancak; diğerlerinden aldığında, diğerlerini sonsuza kadar her yönüyle sömürebildiğinde bütün (geçici bir yanılsamayla) olabilmektedir.

Ardı arkası gelmez bir yanılsama, Dünya Oyununun ve Evren Oyununun her sahnesinde silsileler halinde, değişik maskeler ve bahanelerle sürmektedir.

Evrende her şey bir çeşit enerji alış verişidir.

Dünyada dahil Evrenin her köşe bucağında nedeni ne olursa olsun ve neye hizmet ederse etsin oynanan oyunun adı temelinde “Enerji alarak veya aşağıya indirerek” tamamlanma OYUNUDUR.

“Aşağısı nasılsa, yukarısı da öyledir.” Heraklitus
(İnsan nasılsa Evrende öyledir)

Evrende; bütün “Varlık Boyutunun” selameti için değişmesi gereken temel budur.

Ve “Varlık Boyutlarının” selameti için;
Şimdiye kadar Dünyada dahil bütün Varlık Boyutlarında yaratılan; korkunun, korkutmanın, değersizliğin, yetersizliğin, bağımlılıkların, hükümranlığın, yüceliğin, alçaklığın, astın, üstün, otoritenin, tutsaklığın, üstün olma ve ezilme ihtiyacının şifalanması gerekmektedir.

İnsan değiştiğinde ve Gerçek İnsanoğlu olduğunda ( El İnsan), Dünyada değişecektir.
Dünya değiştiğinde Evren de değişecektir.

“İnsanoğlu bir hamur teknesi boyundadır; ama, tabiattan da üstündür, kainattan da” Mevlana

Ne mutlu kendi değerini bilenlere, İnsan varlığını sevenlere.

Bu nedenle; İnsanın; kendi değerini bilmekten, merkezinde, dengede kalmaktan ve “Sevgi-Aşk” olmaktan ve koşulsuzca zararsızca ve ihtiyaçsızca vermeyi öğrenmekten başka hiçbir şeye ihtiyacı yoktur.

İnsanoğlunun; cennete cehenneme, cezaya ödüle, kotalara hükmedenlere, yol gösterenlere, yol olanlara, birliklere, katılımlara, uzay gemilerine, boyutlara, yücelere ihtiyacı yoktur.

Yeter ki İnsan; “Kendisi” olsun. Yüreğinde olsun. Sevgi olsun. Aşk Olsun. Yansıma olsun. Akış olsun.

Hepsi, Alemde olan her şey ve olacak olan her şey; öz, yücelik, özgürlük, cennet, barış huzur, sonsuz boyutlar, cevherler, hazineler, hepsi ve her şey
İnsanın yüreğindedir.
Herkesin yüreğinde “O” vardır.
Ve “O” her şeydir.
Ve “Kendisidir”.
Ve İnsan, “kendisi olduğunda” her şeydir.
İhtiyaçsızdır, zararsızdır ve koşulsuzdur.

“Efendidir”

Efendinin yansıdığı yerde, istek olmaz, arzu olmaz. Her arzu ve istek dile gelmeden, ihtiyaç hasıl olmadan çoktan verilmiş, paylaşılmış ve yansıtılmıştır.
Her şey dengede ve huzurdadır. Güneş her yerdedir.

Ve Efendi, Efendiliğini bildiği için, Efendiliği için, Var olduğu için, nefes alabildiği için, Rahmet için, verebildiği- yansıyabildiği için şükreder.
Efendi, sunduğunu alabilecek birilerini bulduğu için şükreder.
Verir. Verebildikçe Şükreder.
Şükrettikçe “kendini” daha fazla hatırlar, her hatırlayış başka bir derinliktir.
Yol uzundur.
Çünkü her An’da sonsuz “kendi” Varlığında bütün boyutlara doğru derinleşir.
Efendi, “Kendisidir ve “Kendisi” sevgidir.
Verme eylemi “Kendisi” olduğu için ve kendinden kendisine olduğu için nazik ve asildir.

Efendinin bir elinin verdiğini diğeri görmez.
Çünkü Efendi Tek’tir. El de Tek’tir.
Alanda kendisidir. Verende kendisidir
Zendeki “Tek elin sesidir”.
Tek, Sessizlik olur.
Sessizce alır sessizce verir.

Efendi; “Kendini” kısaca;"sevgiyi" ve “sevinci” karşılaştığı her canlının varlığında aşkla ve sevgiyle, nazikçe, Ruhunun Asaletinde, ihtiyaç hasıl olmadan sessizce çoğaltandır.

Yaşamın Üstadı olmak ve Onda bir mana bulabilmek, bir anlamda yansıyabilme ve kendimizi çoğaltabilme sanatı değil midir?


Yazan Nilgün Nart

7 Ekim 2007 Pazar

SONSUZ AŞK

SONSUZ AŞK

Aşık olan veya Aşk olan, aşkın ne olduğunu soramaz.

Çünkü "cevap" aşktır. Ve bunun sorusu yoktur. Ve birden bire olur.
Aşk, Aşkın ne olduğunu bile sormana fırsat vermez.
Ve Evrende sorusu olmayan Tek cevaptır.
Sorusu olmayan Tek "Cevap" olduğu içinde Nedendir.
Nedensiz Nedendir.
Basitçe olur. Basitçe olunur.

Fiziksel dünyada yaşanan aşkla ilgili, insanın yüreğinde belki sorular olabilir.
Aslında burada da sorular yoktur ama söze dökmek için vardır diyelim.

Fiziksel boyutta yaşanan aşkla ilgili sorular varsa, bunun aşk olup olmadığı anlaşılana kadar, içerde yanmaya başlayan alevle ilgili şüpheler endişeler ve yaşanmasına engel teşkil ettiği düşünülen bütün kalıplar sınırlar; aşkın alevini ya söndürür (genelde söndürür) yada alevini artırır.
Şüphe, endişe, sınırlar, inançlar; hissedilen aşkın üzerine bir tutam toprak bir fiske su biraz hava üflemek gibidir. Aşkın alevi söner. Yada bir parça ateş atmak gibidir. Aşk iyicene tutuşur. Alev alır.

Halbuki Aşk geldiğinde yapılması gereken ne var ney yoksa aleve atmak ve alevi güçlendirmektir. Aşkı güçlendirmektir.
Çünkü; Aşk önemli bir şeydir. Bu Dünyada bir insanın başına gelebilecek tek önemli şeydir. Ve Tanrısal bir Armağandır. Önemsenmesi gerekir. Ve sevgili aşkın kendisidir. Önemlidir.

Aşk ve Aşkın yansıdığı Sevgilinin vuslatına kavuşma arzusu serbest bırakıldığında Aşk yaşanır. Ve aşka engel olan her şey; duygu düşünce sınır kalıp nesneler kişiler her şey istisnasız her şey yakılır. Yakılmaktan maksat, Aşkın yaşanmasına engel olan her türlü “neden” görülür ve bu nedenlerin anlamsızlığını ve saçmalığının “bilişine” varılır. İçsel özgürlük demirlenir. Ve bütün boyutlara dalga dalga yayılır.
Bu An’da yürekte her şey toz duman, bir avuç kül bir avuç kordur. Mantık yavaş yavaş yok olur, düşünceler silinir, sınırlar erir biter. Bu oluşla birlikte huzur ve dinginlik ve teslimiyet yaşanır.

Aşk için; sevgiyle aşkla seve seve Sevgilinin varlığında erime başlar. Her şey Birleşir. Birleşmede iki yürekte yaşanan Aşkın alevi her şeyi yakarak saflaştırır ve damıtır.
Ve küllerinizden yeniden doğarsınız. İçsel özgürlük ilk kez deneyimlenir. İçsel Özgürlüğün ilk kez deneyimlenmesi, yürekteki “Yaşam” coşkusunu tetikler.

İlk kez gerçekten “yaşamak” için bir neden bulunmuştur.
Ve her şeye değerdir. Ve her şeyden bu noktada vazgeçilip, Aşk olduğunuz yerde, vardığınız kutsal An’da bütün gemileri yakarsınız.
Çünkü Aşkı hissettikten sonra aynı zamanda bilirsiniz ki eskisi olmazsınız. Unutamazsınız. Geriye dönmek biçarelik ve sefilliktir. Çıktığınız yerde sonsuza kadar tutsak kalmaktır.

Çünkü Aşk o kadar yoğun ve Gerçektir ki; Ondan başka her neden açıkça çok komik, saçma ve anlamsızdır.

Çünkü; Aşk olduğunda, “kendi” gerçek Varlığınızla karşılaşırsınız. Varlığınız olduğunuz Aşkı hissediştir. İnsan hissediştir.

Mevlana'nın dediği gibi Aşk en büyük öğretmendir.
"Aşk; dünyanın yaratılış sebebidir. Dünya sevgi yüzünden yaratılmıştır. Ruh da sevgisiz var olamaz. Ve insan O'na Aşkla ulaşabilir."

Çünkü; kendi içinde yürümek için ve kendin olman için zaten bütün bu zihinsel hapishanenin dışına çıkman gerekir. Ve Aşkın adım sesleri duyulduğunda kaçmazsanız, olduğunuz yerde durup Aşkı yaşamak için kendinize izin verebilme cesaretini bulursanız, Aşk bunu sizin için doğal yollarla gerçekleştirir. Bu nedenle Aşk Tanrısal bir lütuftur.

Yaşanan Aşkı; içindeki çok boyutluluğunun bütün katmanlarından geçirerek Varlığının her boyutuna taşıyabildiğinde ve sahip olduğunu sandığın her şeyi bu aşkın alevine atıp yakabildiğinde ve onlardan istisnasız vazgeçebildiğinde bütün Varlığında Aşk olursun.

Ve Varlığının "Aşk" olması "kendinin" görülmesidir. Kendinin görülmesi ne olduğunun ve nasıl olduğunun da görülmesi demektir.

Bu Görüş dengenin kendisidir. Kendisi dengedir.

Ruh "Kendini" bildiğinde, kendini de her şey de bilir ve tanır.
Her şey dengededir. Mükemmeldir. Ve muhteşemdir.
Sorular ve cevaplar yoktur. Her şey anlaşılırdır. Temel kavranmıştır.
Ve yüreğinde ne varsa onu yaşar.
Yaşadığı ve yaşanmasına vesile olduğu ve yansıdığı her şeyi de dengeler
.

Ve El İnsan, Aşk olmuş İnsandır.
Ve El İnsanın Aşkı sonsuzdur.
Çünkü Efendidir.
Aşkı seçtiği için ve yaşadığı için, Aşk, kişiyi Efendileştirir.
Çünkü Aşk sonsuzdur ve Varlığın “kendisidir”. Ve “Kendi” nedenidir.
Varlık “Kendi” nedeni olduğunda, “Kendisi” olabilir. Tanrısallaşır.

Bu nedenle “Kendisi” ne güçtür, ne de başka bir şey.
Kendisi aşktır. Ve aşkın içinde her şey Oradadır. Tam ve bütün, ihtiyaçsız zararsız ve koşulsuzdur. Yüce ve kutsal.

Ferhat’a, Fiziksel Dünyada sevgilinin vuslatına ermek için dağları deldirten Aşktır. Mecnun çölleri her adımlayışında varlığının bütün boyutlarına yayılan Aşktır. Mevlana’ya, kısa bir süreliğine Şems ile yansıyan ve bütün şiirlerini ve Mesnevisini yazdıran ve Semasında “kendini kendinde” döndüren İlahi Aşktır.
Hizmet ederken, İnsanın Varlığına ve Yaşamın azizliğine duyulan aşktır. Dosta duyulan muhabbettir. Yüreğini; karşılaştığın her yerde ve her şey de kaybetmene neden olan Aşktır. Yükseldiğin her boyutta sonsuza kadar Aşk olursun. Ve sonsuz olursun. Ve her boyutta Ol’ursun.

Alemin görünüşe çıkmışlığında, her varlıkta ve her şeyde sevgiyle koşulsuzca zararsızca ve ihtiyaçsızca yansımadır.
Efendi; olduğu Aşkı ve alevini, yüreğinde ne yaşamak istiyorsa, aynalara sevgiyle ve aşkla yansıtan ve dengeleyendir.

Basitçe “Kendi” Ol’uşunu yaşar.
Bu Ol’uştan doğan yansıma veya eylem; ne güçtür, ne hizmettir, ne görevdir.

Var olmanın dayanılmaz hafifliğinde, Aşk olan “Kendisini” yaşayıştır.


Yazan Nilgün Nart

sevgiyle paylaştım...
http://www.youtube.com/watch?v=V7676EC06oc

AŞK

AŞK

Aşk, tanımlanamaz olandır.
Aşk, sevgiliden başka, siz olan her şeyin aklınızdan silinivermesidir.
Aşk, bütün hücrelerinizin ayağa kalkıp çılgınca dans etmesidir.
Aşk, ilk kez nedenlerinizin ve yaşayacağınız sonuçların aynı anda gelip gitmesidir.
Aşk, bütün görünüşlerin senin benim her şeyin, sevgilide bir An’da görülüvermesidir.
Aşk, sorularınızın ve cevaplarınızın bittiği, arayışlarınızın tükendiği yerdir. Sizin sevgiyle kendinizi bilinmezin kucağına savurduğunuz yerdir.

Aşk, sevgiliden başkasına ihtiyaçsızlıktır. Ekmektir, sudur, havadır.
Aşk, kainatın bütün ihtişamını, ve renklerini aynı anda algılama, ve içinde olduğunuz düşü, kanatın renkleriyle boyamanızdır.

Aşk, ruhun sevgilide kendini görmesidir. Ruh sevgidir. Aşktır.
Aşk, aşkı görür ve bu görüş ve biliş içinde erir.

Şimdi – Burada; sonsuz sınırsız bir sevgiyle, yüreğinize yaşamın bütün renklerinin ve ritimlerinin akıvermesidir.

Aşkın ayak seslerini duyabilirsiniz ama ne zaman geldiğini hiçbir zaman bilemezsiniz.

İnsanların çoğu aşkın ayak seslerini duymaya başladığında kaçar. Hiçbir zaman karşılaşmak istemez.
Aşkın ayak seslerinin uzaktan duymak bile insanı coşku ve yaşam enerjisiyle doldurur.

Ve dünyada yaşanan aşkların çoğu; aşkın adım seslerinde yaşanan aşktır.
Bir adımlıktır. Bir nefesliktir.
Başladığı yerde biter. Sanki bir serap görmüş gibi olursunuz.
Hiçbir zaman bu nadide serabın içine girip aşk yaşanmaya cesaret edilemez.

Çünkü çok benlikli egomuz, kendisinin yok oluşuna kendini bırakamaz.
Çünkü insan tek nefesliktir. İçinde çok benlik vardır. Her benlik için tek nefes gerekir.

Çünkü Aşk, bütün kimlikleri üstümüzden söker alır. Bütün duvarlarımızı yıkar. Yıllardır üstünü örtmeye çalıştığımız ve kalın duvarlarla ördüğümüz ve ayağına bütün karanlıkları ve prangaları doladığımız gözü kara “Deli Çocuk” ortaya çıkar.
Aşk, içimizdeki deli çocuğun özgürlüğünün anahtarıdır. Yani gerçek Bizim.

Ve gerçek Biz, Efendidir. Saf duru sade bilge ve yaşamın özünü ve ne olması gerektiğini ve ne yaşamak istediğini bilen, tek bilişte ve tek görüşte mesafesiz yakınlıkta sevgide ve şefkatte durabilendir.

Efendi aşktır, aşk ruhtur, ışıktır, ruh özdür, öz yaşamdır.



Çok benlikli egolarımızda ölü yaşamlar yaşadığımız için, içimizdeki benliklerde veya kutuplarda çatışma halinde gelip gittiğimiz için, üzerine suçluluklarımız ve kaybetme korkularımız eklendiğinde aşkın ayak seslerini duyar duymaz kaçmamıza şaşmamak gerek.

Aşk bütün evrenin ortasında çırılçıplak durmak demektir.

Ne iseniz o şekilde olmanız demektir.

Ve dünyada insanlar aşkın ayak sesini duyar duymaz kaçtığı için, ve onu kalın duvarların arkasına en karanlık yerlere hapsettiği için, yaşamın kendisi ve özü her zaman yaşanmadan ve tamamlanmadan kalır.

Sanırım içimizde kaybolmuşluğumuzun, yalnızlığımızın ve ne yaparsak yapalım hiç gitmeyen anlamsızlığın nedeni ömrümüz boyunca aşkın ayak sesleriyle yetinmemiz ve aşk içinde erimekten korkarak kaçmamız olabilir. Ve yıllar yılları kovalar artık ne gözümüz görür ne kulaklarımız aşkın sesini duyabilir. İçimizdeki deli çocuk çoktan çıkıp gitmiştir. Şimdi yaşanan; sonbaharda yere düşeceğini bilen ve kendini bir avuç toprağa teslim eden kuru bir yaprak gibi canlı daldaki, ölü bir bekleyiştir.

Aşk erimek demektir. Erimek, şimdiye kadar bildiğimiz her şeye ölmek demektir. Yeni olmak yenilenmek yeniden doğmak demektir.

Dünyada hiçbir şey yeni değildir. Yeni gibi görünür ama her şey eskidir. Her gün aynı karanlığı acıyı sefaleti yozlaşmayı didişmeyi mücadeleyi yaşamaktan yorgun yüreklerimiz, sıradan günlerin ve olağan duygusuzlukların içinde tükenip biter. Bütün mücadele kendimizi oyalayıştır.

Ve kendimizi kaç yaşına gelirsek gelelim hep on sekiz yaşında; aşkın ayak seslerini duyduğumuz yaşta hissederiz.

Kendimizi hep on sekiz yaşında hissetmemizin nedeni, aşkın ayak seslerinde takılı kalmış olmamızdır. Aşkın ayak seslerinde takılı kalmak bile bir insanı bütün bir ömrü boyunca besleyebiliyor ve bir tutkuyla bütün yaşamına anlam ve mana kazandırabiliyorsa, aşkın içinde erimenin ne kadar tehlikeli bir coşku olduğunu artık siz hissedin. Nasılda sizi yakıp kül edeceğini ve küllerinizden sizi yeniden doğuracağını siz bilin.

Kelebek gibi. Tırtıl iken bir kelebeğe dönüşmek aşktır. Tırtılın kozası onun külüdür.

Ve Yeni İnsan, Evrensel İnsan, Aşktan doğacaktır.
Şimdiye kadar sahip olduğu ve bildiği her şeye aşk için ölerek ve aşk içinde eriyerek küllerinden yeniden doğacaktır.


Ve “kendisi” yaşamda olduğu için ve “kendiside” yaşam olduğu için ve Efendi olduğu için asilce sevgide ve merkezinde dengelenecek ve onunla birlikte bütün dünya ve evren dengelenecektir.


Aşk; sonsuzluğun kapısıdır. O kapıdan geçildiği zaman ne siz kalırsınız ne de kapı.

Yazan Nilgün Nart

1 Ekim 2007 Pazartesi

TANRI DA GÜLÜMSER

TANRI DA GÜLÜMSER


Socratesle birlikte söylediğinde,
Mevlanayla birlikte sema ettiğinde,
Mecnunla çöllerde yürüdüğünde,
Eflatunla “Devleti” yazdığında,
Hallacı Mansurla “Ben Tanrıyım” diyebildiğinde,
Oshoyla insanların zihinlerindeki inançları kırdığında,
Halil Cibran ile ayna gibi yansıdığında,
Leonardo da Vincinin Vitruvius İnsanıyla ikiyi bir ettiğinde
Mozartla muhteşem senfonileri yazdığında
İbn-i Arabi ile Aşkı anlatabildiğinde
Ferhatla Aşkın vuslatı için dağları delebildiğinde Tanrı da gülümser

Ve TANRI
Cehaletin içine güneş gibi doğan Öğretenin
Sefilliğe ve sefalete sevgiyle çare Olanın
Savaşa ve Ölüme korkusuzca son verenin
Yalanı ve yanlışı dürüstçe ayırt edenin
Zulme ve baskıya cesurca dur diyenin
Kendi içinde ”kendine” yürüyenin
Dünyada Sevgiyi ve Aşkı gerçek kılanın
Yaşamı aziz tutanın
Ruhunun asaletinde duranın
Altınla Kumu Bir edenin yüreğinde gülümser.

Tanrının gülümsemesi; çiçeklerin muhteşem renklerindedir. Çocukların sevinç dolu seslerindedir. Denizin hışımla sahile vuran dalgalarındadır. Sabahın seher vaktindedir. Gecenin sessizliğindedir.
Böceğin, çiçeğin, kuşun,dağın, taşın, toprağın, havanın, suyun, güneşin, ağacın, nehrin, okyanusun ve İnsanoğlunun; Var Oluşun sevinciyle, “Varlığın”, bütün boyutlarında ve “bütün” olarak; iyiye, güzele, doğruya, başarıya,neşeye, sevince, bolluğa, paylaşıma, kucaklaşmaya, birlikteliğe, sevgiye ve aşka her meyledişindedir.

“Kendim” ve diğerleri için; “İnsanoğlu” olmak için; iyiliğin, güzelliğin, sevginin, aşkın, huzurun, barışın, bereketin çoğalması ve yansıması adına, onurumda, samimiyetimde, dürüstlüğümde, eylemimde, irademde durabildiğimde; Yüreğim Gülümsediğinde, Tanrı da Gülümser.

Sonsuza kadar sınırsızca; her seferde, her niyette, her duyguda her düşüncede, her eylemde, her koşulda ve An’da “Kendim” ve diğerleri için Sevgi ve Aşk olabildiğimde Tanrı da Gülümser


Yazan Nilgün Nart

20 Eylül 2007 Perşembe

DEĞİŞİM OLUN

Hala Bir Seçim Şansınız Varken Dünya Gezegeninde İnsan Onuruna Yakışır Bir Şekilde Var Olmayı Seçin ve Değişin


Bu güne kadar fatura , ev kirası, ve diğer masraflarınızı ödemek için küçük hesaplar yaptınız.

Bu seferde evrende nasıl var olacağınızı hesabını yapın lütfen. Siz nereye aitsiniz, siz nasıl bir yaşama sahip olmak isterdiniz. Siz hayalinizde ve gücünüzde olsa idi kendinizde neleri değiştirmek isterdiniz. Siz nasıl bir dünya düşlerdiniz.
Siz size öğretilenleri devam ettirmek aynı yiyecekleri aynı şekilde tüketmek her gün aynı şeyleri yapmak, durup dinlenmeden bir makine gibi çalışmak, korkular endişeler ve derin bir yalıtılmışlık duygusu içinde bir günü daha tüketmek ve içinizdeki güneşin yine parlamayacağı bir güne daha başlamak.

Yorulmadınız mı?

Böyle gelmiş böyle gider inancından bıkmadınız mı?

Yalnızca kendinizi düşünmekten ve kendinizi ego denen hapishanenin içinde bulunmaktan boğulmadınız mı?

Siz hiç mi insanca yaşamayı özlemediniz?

Siz binlerce çağın öğretilmiş ve robotlaştırılmış bir üyesi olmaktan çıldırmadınız mı?

Her gün size arkadaşlarınız, aileniz, çevreniz ve toplumunuz tarafından aynı yoksulluk ve sefalet ve çaresizlik hikayeleri dinlemekten yorulmadınız mı?

Dünyanın an be an dengesini yitirmesinden, iklimlerin değişmesinden ve varlığınızın kaynağı olan gezegenin kirletilmesinden etkilenmediniz mi?

Sizi tutan nedir?
Sizi aynı kalıplara zincirleyen nedir?
Bütün sahip olduğunuz her şeyi değiştirmekten ve yeni bir anlayışa açılmaktan sizi tutan nedir?

Nedir sizin için gerçekten önemli olan?

Küresel Isınma sonucunda yaklaşmakta olduğu gün be gün raporlarla tespit edilen ve bir kısım belirtileri yeryüzünün değişik bölgelerinde şu an başlamış olan küresel felaketlerin ayak seslerini duyduğunuz halde sizi ruhunuzda kıpırdamadan tutan ve atalet ile saran hangi korkudur?

Neden korkuyorsunuz?

Gezegenimizde sevgiyle var olma ve muhteşem bir İnsan medeniyetini yaratma zamanı gelmedi mi?

Her bir insanın kendi özgün doğasında kendini sevinçle ifade ettiği, doğanın ona sunduğu nimetlerden gönlünce kullanabildiği, özgürlüklerini anlamlı paylaşımlar ve dayanışmalarla derinleştirdiği, kendi gücünde ve bilgisinde durduğu cesur, onurlu, başarılı, mutlu, coşkulu bir şekilde var olduğu, doğanın efendisi değil de bir parçası ve koruyucusu olduğu, diğer insan kardeşlerinin her an destekleyen ve herkes için sevgiyle karşılıksız verebilen, hoş görülemeyeni hoş gören ve af edilemeyeni af edebilen bir yüreği olan İnsanoğullarının ve kızlarının oluşturduğu, sınırların yitirildiği, hesapların kapandığı, hep daha daha iyiye giden günlerin olduğu muhteşem bir İnsanlık Medeniyeti.

Siz böyle bir medeniyetin parçası, tamamı yaratıcısı olmak istemez miydiniz?

Tek yapmamız gereken değişmek.

Algımızı ve görüşümüzü bulanıklaştıran bütün kinlerden, hesaplardan, açgözlülüklerden, nefretten, kibirden, öfkeden, hırstan, yıkımdan, mücadeleden ve savaşmaktan vazgeçip içinize yürümemiz ve yüreğimizin sesine kulak vermemiz gerekiyor.


İnsanlık Medeniyeti; yeniden yapılanmasını ve değişimini; yeni bir var oluş biçimini akıllıca sevgiyle seçmekle gerçekleştirebilir.

Her zaman siz ve diğerleri vardı hep bir şeylerden ayrıydınız. Asla tam ve bütün olamadınız. Siz ve diğerleri.

Bütün olmak tıpkı bir kuş gibi uçmaktır. Hafifliktir. Mutluluktur. Coşkudur. Sevinçtir. Aşktır. Paylaşımdır. Dayanışmadır. İyiliktir. Güzelliktir. Adalettir. İlimdir. Bilgidir. Onurdur. Kardeşliktir.

“Siz” dediğiniz varlık kuşun bir kanadı gibidir. “Diğerleri” de kanadın diğer kısmıdır. Nasıl ki bir kuşun uçmak için iki kanadı var ise ve tek kanatlı olarak uçamıyorsa; insanlarda Yaşam Sahnesinde siz ve diğerleri olarak var olursunuz. Tek siz, yani tek kanat olarak uçamazsınız. Diğerleriyle cesurca bütünleşmeniz ve diğerlerinin yüreğinde kendinizi kaybetmeniz gerekir uçabilmeniz için. Dünya toplumu binlerce yıldır tek kanatla “Siz” olarak uçmaya çabalamaktasınız. Siz ve diğerleri, siz ve eşiniz. Siz ve iş arkadaşlarınız siz ve toplum. Ülke(siz ) ve diğer ülkeler toplumlar. Siz ve doğa. Kazanan ve kaybeden.


Nasıl ki sizler burada tek başınıza tek kanatla uçamayacağınızı açık ve net olarak gördüğünüz gibi, siz diğerlerini de kendiniz gibi bilmedikçe, düşünmedikçe, içinize sindiremedikçe, hissetmedikçe ve sevmedikçe uçamazsınız.

Çünkü diğerleri de bu gezegende sizinle birlikte yaşıyor. Onların bu gezegende ve var oluşunuzda bulunması sizin varlığınızın ve mutluluğunuzun teminatıdır.

Diğerlerinin yok oluşu sizinde yok oluşunuzdur.

Bizler hep birlikteyiz.
Asla ayrılmadık.
Ayrı olduğumuza inandırıldık.
Başlangıçtan beri hep birlikteydik.
Ve sonsuz kadar da hep birlikte olacağız.
Varlıkta ve yok oluşta da yine birlikte olacağız.

Uçmak medenileşmektir. Uygar bir dünya toplumu yaratmaktır.


Medeni ve uygar bir dünyayı oluşturmak, dünya toplumunun Evrensel hedefi olmalıdır. Çünkü medeniyet ve uygarlık; toplumun zenginliği ve yüksek teknolojisi demek değildir.

Uygarlık; topluluğu oluşturan varlıkların düşüncelerinde, yaşamlarında birbiri ile ilişkilerinde ve ürettikleri değerleri paylaşımlarında ve kullanma amaçlarında, üzerinde yaşadıkları gezegen ve Evrenle bütünleşmelerinde ne kadar bilinçlerinin gelişkin olduğu ile ilgilidir.

Dünya toplumu olarak teknolojik bir toplumuz, zenginiz, zekiyiz diyebiliriz. Fakat asla uygar ve medeni değiliz.

Çünkü diğerlerini unuttuk. Bütünü unuttuk.

Medenileşmek, diğerleriyle, yaşamla, gezegenle, Evrenle ilgili “sorumluluk almak” demektir;
Sorumluluk almak, diğerlerini, Yaşamı- Gezegeni, Evreni de yükseltmek, yüceltmek ve tüm güzellikleri sevgiyle paylaşabilme Bilincidir.


Dünya toplumlarının bir kısmının kendini uygar ve medeni olarak adlandırması da bir şeyi ifade etmez.
Ne zamanki; dünyada aç ve sefalet ve şiddet içinde bir insan kalmazsa, işte o zaman uygar olabilirler.


Ne zaman ki insanoğlu dünyaya hükmetmez, dünyanın ve diğerlerinin bir hizmetkarı olur sevinci coşkuyu tamamlanmayı diğerleriyle bütün olmakta ve hizmetin sevincinde bulur, işte o zaman medenileşir.

Ne zaman ki insanoğlu dünyayı zalimce tüketmekten vazgeçip, yeryüzünde yaptığı bütün pislikleri temizler ve gezegeni yüreğine alabilirse medenileşir.

Ne zaman ki İnsanoğlu silahını savaş meydanlarından, savaşmanın mantıksızlığını ve yıkıcılığını görerek ve diğerleriyle kucaklaşarak terk eder ve bir daha asla dönmezse işte o zaman medenileşir.

Ne zaman ki insanoğlu nefsinin aç gözünü maddeden çekerek ruhunun derinliklerine yönelterek, muhteşem medeniyetini ruhundan çekip çıkartabilirse işte o zaman medenileşir.

Ne zaman ki insanoğlu şimdiki toplumsal Bilince ölüp tıpkı bir Anka kuşu gibi kendini küllerinden yeniden bir İnsanoğlu olarak yaratabilirse işte o zaman medenileşir.

Hiçbir insan ve hiçbir ülke, diğer bir insanın ve dünyanın sefalet, korku, açlık, hastalık, savaşla baskı altında yaşadığı bir dünyada, onunla aynı mekanı paylaştığı ve yaşadığı sürece; ne medeni sayılır ne de uygar.

Bu nedenle İnsan değişmelidir. Bilinçli olarak yeni bir var oluşa geçmelidir.

Siz seçim yapmazsanız, sizin adınıza seçim yapılacak ve gücü elinde tutanlar ve yıllardır dünya insanlığının açlık ve sefalet içinde olmasına aldırmayanlar tarafından bir seçim yapılacak.

Siz değişimi, sevgiyi ve diğerleriyle kucaklaşmayı bütün olmayı, medeni muhteşem bir toplum olmayı, ve gezegeninizi seçiniz.

Seçtiğiniz muhteşemliği ve sizi asla unutmayınız ve gereği neyse yapınız.

Binlerce yıldan beri dünyamızda yaşamız bilge kişiler aynı şeyi söylediler.
Siz ne iseniz dünyada öyledir.
Siz değişirseniz dünyada değişir.
Her şey size bağlı. Sizin değişiminize bağlı.
Siz değiştiğiniz için dünyada değişecektir. Bundan emin olunuz.

İnsanlığın tek düşmanı cahilliktir. Cahillik kendinizden ayrı olmanızdır. Kendinizden ayrı olduğunuzda diğerlerinden sevgiden ve gerçek bilgiden de ayrılırsınız.

Uçmak uygarlaşmak, medenileşmektir.


Dünya gezegeninde;
Birimiz hepimiz için, hepimiz birimiz için olma vaktimiz geldi.
İnsan insan bilincine evrilme vaktimiz geldi.
Herkes için bolluk sağlık sevgi aşk huzur içinde yaşama vaktimiz geldi.
İnsan kardeşlerimizi af etme paylaşma yardımlaşma dayanışma vaktimiz geldi.
İnsanlık olarak nefsimize ölüp, evrensel bir insanoğlu kimliğinde yeniden doğma vaktimiz geldi.
Karanlıkların savaşların yoksulluğun, acıların ayrılıkların, şiddetin, sefilliğin içinde güneş gibi doğmak vaktimiz geldi.
Şimdi her şeyi bir kenara bırakıp yalnızca sevgi için var olma ve sevgiden ve kendimizden daha azına ödün vermeme vaktimiz geldi.

Şimdi üzerinde yaşadığımız Dünya Gezegeni ve İnsanlık için; söylenmeyeni söyleme, yapılamayanı yapma, cesaret edilemeyene cesaret etme ve son sözü son kez haykırma vakti geldi.

Şimdi bir adım öne çıkıp “Kendimize” yürüme “Gezegenimizi” şifalandırma ve yüceltme vaktimiz geldi.

Ve bütün bunları yapabilmek için, bu gücü içinizde bulabilmek için sevginin ne olduğunu, yaşamın devamı için nasıl gerekli olduğunu ve “Sevginin” dünyayı değiştirebilecek ve asla tükenmeyecek sonsuz bir güç olduğunu anlamak ve hayatımızda “Gerçek” kılmamız gerekiyor. Ve sevgi insanın içine, mana anlamına sevgiyle yaptığı bir yolculuktur. Ve bu yolculukta bütün sözcükler ve ayrılıklar düşer insanın yüreğinden. Ve siz sevgi olursunuz. Siz değişirsiniz. Siz değiştiğinizde diğerleri ve dünya değişir.
Dünya ve insanlar birbirinin içinde dönen bir çark gibidir. Bir değirmendir. Çarkın bir dişlisi bile değişse, hepsi değişmek; dönüşünü ve kendini değiştirmek zorundadır. Yoksa çark dönmez.

Bundan başka ne şekilde anlatılırsa anlatılsın ne yapılırsa yapılsın boştur. Acı bir düşün içinde oyalanıştır. Ve İnsanlığı oyalayıştır.


Şimdi bir adım öne çıkıp “Kendimize” yürüme vaktimiz geldi.


“GİDECEK BAŞKA DÜNYAMIZ YOK. VAKİT ÇOK GEÇ OLMADAN BİRLİKTE YÜRÜYELİM. İNSAN ONURUNA YAKIŞAN DAHA YEŞİL BİR DÜNYADA YAŞAMAK İÇİN”


Yazan Nilgün Nart


Küresel Isınma Vakfı’nı kurma çalışmalarımız başladı.
“Küresel ısınma ve Sevgi Bilinci” ile ilgili yazılarımın ve çalışmalarımın tamamı Vakıfa aittir. Ve bütün Bir Eylemle yürütülecek organizasyonun küçük bir bölümüdür. Bu nedenle yazıları orijinal haliyle kullanmanızı rica ediyoruz.

Küresel ısınma ile ilgili diğer yazıları okumak ve gelişmelerden haberdar olmak için tıklayınız….
http://www.kuresel-isinma.org

5 Eylül 2007 Çarşamba

İNSAN TADINDA YAŞAMAK

İNSAN TADINDA YAŞAMAK


Güneşin sıcaklığında, okyanusun derinliğinde, bulutun hafifliğinde, aşkın kucağında, rüzgarın her esintisinde “Kendine” savrularak yaşamak.

Anlaşılmış olmanın mutlu derinliğinde, kucaklaşmanın sevincinde, verebilmenin yüceliğinde, yüreğini insan kardeşlerinin yüreklerinde kaybederek, kaybolmuşluğun sarhoşluğu içinde var olabilmek.

Yaşamı İnsan tadında yaşayabilmek.

Damla damla Yaşamın her hücrene sızmasına izin vermek ve “Kendini” var oluşun sevinciyle kutlayabilmek

Gecenin koyu karanlığında, şafağın sökeceğini, ektiğin tohumların vakti saatinde yeşereceğini, kara bulutların içinden rahmetin yağacağını, acının arkasında sevincin beklediğini, yalanın doğruyla beraber gelip gittiğini, öfkenin de sevgiden doğduğuna tanık olmak.

Dünya denen gezegende, Hayat Oyunun her sahnesindeyiz.
Biz varsak dünya anlamlı.
Biz dünyaya bir anlam verdiğimiz için Yaşam anlamlı.
Biz varsak sevgi nefret var.
Biz varsak acı keder var.
Biz varsak yaşam ve ölüm var.
Biz varsak başlangıç ve son var.

Yaşamın; bütün maddi manevi her türlü aracı, tuvale düşmüş bir parça renk gibi. Bir ise ressam edasıyla Yaşam sahnesini her fırça darbesiyle renkten renge boyayan ve anlamı yaratmaya çalışan sanatçılarız. Yarattığımız anlamların içinde saklanıyoruz. Bazen de kendimizi bu anlamların içine hapsediyoruz.

Hepimizin hep birlikte kendi renklerimizle boyadığı dünya sahnesine bakarsak karanlık ve manası belli olmayan bir anlatım gibiyiz. Hapsolmuşuz kendi İnsanoğlu renklerimizin içinde.
Dramın, kederin, acının sefaleti, ayrılığın, açlığın, savaşın, açgözlülüğün, kibrin, nefretin renkleri var dünya gezgenin de.
Hatta resim bile denemez, kabataslak bir karikatür gibi duruyoruz, bin bir ışıltılı renkleriyle parlayana Evrenin kuytu bir köşesinde.

Binyıllarca gelip büyük yaşam üstatları bizlere dersler verdi ama biz hiç birini sanırım anlamadık. Ya da anladıklarımızı da kendi renklerimizle bulandırdık.

İnsanoğlunun kendisini, fırçasını, renklerini değiştirme zamanı geldi.
İnsanoğlunun Kadim Zihnin karikatüründen çıkma zamanı geldi.

İnsanoğlunun şimdi muhteşem bir Yaşam Tablosunu yaratma vakti geldi.

Binlerce yıldan bu yana yaşanan her şey, bu muhteşem Tabloyu yaratmak içindi.

Şimdi sadece siyah ve tonlar yok elimizde. Gökkuşağının bütün renkleri ve tonları ışıltıyla duruyor tuvalimizde.

Sevgi ve aşkla, kendimize imanla, özgürcesine boyayabiliriz tablomuzu.

Yeter ki; yüreğimizin içindeki ilhamın fısıltılarını duyabilelim.
Yeter ki; “Kendimizin” en güzeli yaratabileceğine iman edelim.

İnsanoğlunun şimdiye kadar yeryüzünde üretmiş olduğu hiçbir şeyden vazgeçmesi gerekmiyor. Veya bırakması gerekmiyor.
İnsanoğlunun sadece kendinde ne var ise; inançlarını düşüncelerini, duygularını diğer kardeşlerini ve hatta tüm Evreni içine alacak kadar genişletmesi gerekiyor.
İnsanoğlunun genişlemesi gerekiyor.

Genişlemek; olmakta olanı içine sindirmek demek.
İçine sindirmek demek; her ne olduysa veya oluyorsa hoşgörüyle kabul edip, “Kendiniz” olmaya devam edebilmek demek.
Olmakta olanı da içinize alarak “Kendiniz” olmak demek.

Olmakta olanı içinize alarak genişlediğinizde ve onunla “Kendiniz” olmaya devam edebildiğinizde, olmakta olan da sizin kendinizle renklenecek ve “Kendinizde” olan sizde yerini alacaktır.
Olmakta olanın Sizin genişlemiş halinizde manası değişecektir. Ve her genişlediğinizin ve içine alabildiğinizin, siz olduğunu genişlemiş “Kendinizde” görebildiğinizde tabloyu nasıl da tamamladığını fark edeceksiniz.

Yaşam sürekli genişlemektir. Bir yerden bakıldığında sürekli değişimdir.
Değişim; sürekli genişleyen “Kendinizin” eylem halidir. Bir önceki Kendiniz değilsinizdir. Her An yenisinizdir.

Her an yeni “Kendinizin” tadında olmak, Yaşamı insan tadında yaşamaktır.

Bütün bu Evren denen Kaosun ortasında; Yaşamı anlamlı kılabilmektir.
Kendin için, sevdiklerin için, insan kardeşlerin için belki de dünya için yaşamı insan tadında yaşanabilir kılmaktır.

Yaşamı anlamlı kılmak; sevgiyi, aşkı, sevinci, bereketi, başarıyı, sevinci, coşkuyu çoğaltmak ve diğerleriyle paylaşabilmektir.

Paylaşmak, diğerlerinin yüreğinde kendinizi kaybedebilmektir.

Güneşle doğmak, geceyle uykuya yatmaktır, kuşlarla şarkı söylemek, topraktan bir çiçekle birlikte yeniden filiz vermektir, denizin dalgalarıyla kumsallara vurmak, yağmurla birlikte yağmaktır.
Bazen bir çocuğun yüzündeki gülümseme, bazen de yaşlı bir teyzenin duası olmaktır. Bazen bilen bazen bilmeyen olmaktır, Bazen öğreten bazen öğrenen olmaktır.
Bazen umut bazen de çare olmaktır.

Bütün bu dünya denen kesmekeşin ortasında her güne sevinçle başlayabilmek ve coşkuyla günü tamamlayabilmektir. Her şey ters giderken ve herkes halinden şikayet ederken, siz kendinize ve yaşama inandığınız için, diğerlerine her şey yolunda diye gülümseyebilmektir. Dengede, sevgide ve kendinizde kalabilmektir.

Evren denen kaosun ortasından ve dünya kesmekeşinin içinden en muhteşem renkleri seçerek bir şaheser, bir başyapıt yaratabilmektir.

Yaşamdan ve kendinizden illaki bir şaheser yaratmak istemiyorsanız bu da pekaladır.

Hatta anlamlı bir yaşam sürme zorunluluğu bile yoktur. Bu da pekaladır.

Seçim İnsanoğlunun kendisine aittir.

Bütün renkler ihtişamla önünüzde serili durmaktadır. Tuval fırça ve siz de oradasınız.

Ne dilerseniz dünyaya ve evrene o renkleri sürün.
Resmin karşısına geçip baktığınızda yeter ki seyredebileceğiniz bir şey olsun.

Karalama bir şeyler yapacaksanız o da pekaladır.

Yalnız her şeyin, bütün kullanılan malzemelerin tek seferlik olduğunu unutmayın.

Bütünlük bitmiş bir tablo gibidir.
Huzur ve hayret içerisinde seyredilmek içindir.
Yaşamın coşkusu resmi yaparken, her fırça darbesinde ve onun neye benzeyeceğini anlamaya ve bulmaya çalışırken duyulur.
Coşku doruk noktasına vardığında yerini dinginliğe bırakır.
Ve siz eserinizi huşu içinde seyredebilirsiniz.
Dinginlik; yaşanmış tüm coşkuların ve sevinçlerin toplu olarak vardığı yerdir.

Ve dinginlik yaşamı insan tadında yaşamış ve yaşıyor olduğunuzun onayıdır.

Yaşamı insan tadında yaşayınız. Bu sizin en doğal hakkınız.
Daha azına asla razı olmayınız.



Yazan Nilgün Nart

UNUTMUŞUM

UNUTMUŞUM

Barışı isterken savaşı da beraber çağırdığımı, zevkin içinde acının olduğunu, yalnızca tek başına doğruyu kabul ederken arkasında hemen yanlışın da bulunduğunu, karşıtların; dualistik sistem gereği birlikte gelip gittiklerini,

Kendi Gerçekliğimin, Gönül dergahımda olduğunu, dışarı gittikçe kendimden uzaklaşacağımı, içime yürüdükçe cennetime varacağımı,

Gözüme görünen, kulağıma gelen ve deneyimime katılan her şeyin beni bana yansıtan bir ayna olduğunu, gitmesi gerekenlerden arınıp, yüreğimin seçimlerinde cesurca durmam gerektiğini,

Kanal mesajlarını, medyumları, hocalarımı, gurularımı kitaplarımı her an yanımda taşıyamayacağımı ve içime yürüdüğüm yolda bir yerde ve bir An’da onları da sevgiyle bırakmam gerektiğini,

Herkesin ancak ve ancak kendisi olabileceğini, hiç kimsenin benim Gerçeğimi ifade edemeyeceğini, bilemeyeceğini ve görmeyeceğini,

Ben dengelendiğimde dünyanın da benimle dengeleneceğini, ben değiştiğimde dünyanın da değişeceğini, sadece ve sadece kendimi değiştirebileceğimi,

Kurtarılacak kimsenin olmadığını, beni de kimsenin kurtaramayacağını, yapmam gerekenin, “kendimden” “yüreğimden” başka her şeyi bırakmam gerektiğini,

Benim gerçeğimin doğru veya iyi olması gerekmediğini, yalnızca benim Gerçeğim olması gerektiğini ve yüreğimde oturanın, diğer herkesin de yüreğinde oturan O’ndan başkası olmadığını,

Her şeyin, her An, mükemmel bir sistem ve eşzamanlılık içinde, herkesin ve her şeyin hayrına lütufkar zarif ve nezaketle gerçekleştiğine iman etmeyi unutmuşum.

Şimdi – Burada; kapısını çaldığım ve asırlardır önünde beklediğim; Aşkın, Sevgin, Güzelin, İyinin, Başarının, Huzurun, Dinginliğin, Bereketin, Mutluluğun ve aradığım her şeyin ve “Kendimin” orada olduğu Gönül Dergahıma giriyorum.
Ve hiçbir şeyden hiçbir şekilde ayrılmadığımı anladığım yerde, her şeyi sonsuza kadar bağışlamayı, kucaklaşmayı; İnsan kardeşlerime, Dünyaya Evrenlere ışığımla, sevgiyle ve aşkla yansımayı seçiyorum.

Bu Dünyada; Ruhumun asaletinde, sevginin aşkın hatırında, güzelliğin doğasında İnsan tadında yaşamak için

Yazan Nilgün Nart

TANRI DA AGLAR

TANRI DA AGLAR


Elini ve yüreğini açanların önünden sefilliğe, çaresizliğe ve acıya göz yumarak sessizce geçip gittiğimde,

Yalanın dolanın çirkinliğin, güzelden doğrudan iyiden daha çok rağbet gördüğüne tanıklık ettiğimde,

Yaşam ve Savaş meydanlarında binlerce kardeşimle birlikte yüreğimdeki ışığa sevgiye ve umuda her ölüşümde

Açgözlülüğünden ve kibrinden gönlü kör olmuş insanoğlunun an be an dünyayı yağmaladığını gördüğümde

Yanlışa, yalana, dolana, talana, eziyete, cefaya, acıya, sefilliğe, rezilliğe, “Olmakta Olan” diyerek sessizce gözlerimi ve yüreğimi her kapayışımda,

“Kendi Gerçeğim” olmama engel olan ve tutsağı olduğum her maddeyi, duyguyu, kalıbı, inancı, öğretiyi, sınırı, kişiyi, kurumu, söylemi, nefsin küçük benlerini terk edemediğimde

Şimdi – Burada,
Yaşamın azizliği için Ruhun asaletinde
Sevginin hatırı için Aşkın Sonsuz kapısında
Güzelliğin doğası için Seçimlerimde
Gerçek olmak için kendimde
Dengede kalmak için merkezimde

Ve en önemlisi “kendim” ve diğerleri için; “İnsanoğlu” olmak için; iyiliğin, güzelliğin, sevginin, aşkın, huzurun, barışın, bereketin çoğalması ve yansıması adına, onurumda, samimiyetimde, dürüstlüğümde, eylemimde, irademde duramadığımda Tanrı’da ağlar.

Siz yaşamda, yaşamda siz de olduğunda güzeldir.
Her bir adım kendinize, yüreğinize yol alıyorsa anlamlıdır.


Yazan Nilgün Nart

NE YAZIK

NE YAZIK

Entelektüelliğini tıkıştırılmış bilgilerini, Bilgelikmiş gibi sunanlara

Nefsin gelgitlerini ve yalanlarını, her An’da yeni olmayla karıştıranlara

Kırılganlığını ve kargaşasını, içine dönmeyle maskeleyenlere

Bir arpa boyu yol gitmeyi, marifet sananlara

Değişik bir şey söylemek için, eski yargıları ters yüz edip yine yargılayanlara

Anlamsız her şeyi bir araya getirip, yeniçağ bilgisi diye anlatanlara

Nefsin daldan dala konuşlarını, değişim diye adlandıranlara

İnsan kardeşleri arsında ayrılık yaratmayı, birleştiriyormuş edasıyla sunanlara

İnsanoğlunu ve ürettiği her şeyi aşağılayıp, “Bütünün en yüksek hayrı için” sözüyle bitirenlere

İnsanı robot gibi, sözlerle programlamaya, “şimdi seni arındırıyorum” diye başlayanlara

Diğerlerini içine sindiremeyişini ve öfkesini, sınırsızlık ve özgürlük sananlara

Düşkünlüklerini ve bağımlılıklarını, farklılık olarak kabul edenlere

İtişmeyi kakışmayı didişmeyi, uzlaşma yolu olarak seçenlere

Nefsin sapkınlıklarını, İlahi Aşk sananlara

İnsan kardeşleriyle alay etmeyi ve tacizi, neşeli olmakla karıştıranlara

Nefsin açgözlülük ve sahiplenme heyecanını, yaşamın coşkusuna tercih edenlere

Kendinden başka çalmadık kapı bırakmamayı, arayış sananlara

Her kesin ve her şeyin karşısında olarak, “”kendisi” olanlara

Herkesi aptal, geri ve her şeyi eski ilan edip, yeniçağ çığırtkanlığı yapanlara

Dünyada çalacak bir dost kapısı olmamasını, yükselişin Tekbaşınalığı sananlara

Yaşamdan ve diğerlerinden çekingenliğini ve korkaklığını, saygı olarak algılayanlara

Onursuzluğunu ve sevgisizliğini, izin vermekle karıştıranlara

Vurdumduymazlığını ve konfora düşkünlüğünü, şefkat olarak görenlere

Bencilliğini ve nefsini, ilahi hak olarak algılayanlara

Nefsi terk etmeyi, dünya nimetlerini terk etmek olarak bilenlere


Her şey olup da, bir dostun gönlüne dost olamayanlara
Yüreğinde, “Kendine” ve diğerlerine taht kuramayanlara

Her şeyi bilip de, Kendine ve İnsanlığa; umut aşk sevgi ve rahmet olamayanlara NE YAZIK

“Kendinde” sevgiyle genişleyen, emeğini insan kardeşlerinden esirgemeyen, içsel samimiyetinde ve dürüstlüğünde duran, okyanusa vardığında insan kardeşlerini bulan, maskelerini sonsuza kadar terk etmiş, yalın, sade, yakın, olgun, cesur, sıradan olana, Yaşamı ve İnsanı aziz tutana ve ölmeden önce gerçekten ölene NE KUTLU.

Yazan Nilgün Nart

1 Eylül 2007 Cumartesi

MEVLANA VE SEVGİ

MEVLANA VE SEVGİ



2007 senesi Mevlana’nın doğumunun 800 yılıdır. Aynı zamanda Unesco tarafından Mevlana Dünya Sevgi ve barış senesi olarak ilan edilmiştir.

Mevlana’nın engin insan sevgisini, hoş görülemeyeni hoş gören anlayışını, af edilemeyeni tekrar tekrar dergahına sevgiye ve aşka davetini ve insanı yaşamı aşkı ve sevgiyi aziz tutuşunu anlamak belki de bir ömrü harcamayı gerektirir.
En zor olanı ise Hazretin insanın özüne olan sevgisini kısacık bir zamanda aktarabilmektir.

Aşk ve sevgi nasıl anlatılabilsin ki. Aşk ve sevgi anlatılamaz olandır. Tanımlanamaz olandır. Yaşanması gerekir. Hissedilmesi gerekir.

Sevgi Şifadır. Sevgi Güçtür. Sevgi değişimin sihridir.
Ve sevgi nedensiz nedendir.
Sevginin bir nedeni yoktur. Gündemi yoktur. Düşünceye duyguya ve maddi şeylere bağımlı değildir.
Evrenin nedeni yoktur. Sadece basitçe vardırlar ve akarlar. Olurlar. Sevgi gibi.
Sevgi dağda açan bir çiçek gibidir. Hiç kimse o çiçeği koklamasa, muhteşem renklerinin farkına varamasa da, ÇİÇEK AÇAR. Sevgi Ruhun Duruşudur.

Mevlana der ki
“Sen düşünceden ibaretsin. Geriye kalan et ve kemiksin. Gül düşünürsen gülistan olursun, Diken düşünürsen, dikenlik olursun.”

Ne düşünürseniz O’sunuz.

Sevgiyi düşündüğünüzde ve tüm ruhunuzda hissettiğinizde sadece seversiniz. Ve sevgi olursunuz.
Doğal olan sevgidir. Sevmektir.
Çünkü sevgi Hayattır. Evrenleri, dünyayı ve bedenlerimizi bir arada tutan güç İlahi Sevgidir.
Sevgi dünyaya bağışlanmış 5. Elementtir. Ateş-Su-Toprak-Hava dan oluşan dünyamızı bir arada tutan çekim gücü sevgidir.

Doğal olmayan İnsanoğlunun sevgiden sapmasıdır.

Binlerce yıldır yeryüzünde süregelen şiddetin, acımasızlığın, sefilliğin, savaşların ve her birimizin kalabalıklar içinde yalnız olmamızın ve bu dünyada artık gidecek bir yer bulamamızın nedeni sevgiden ayrılmamızdır.

Birbirimizi, insan kardeşlerimizi sevmeyi unuttuk. Yaşamın gerçek özünü ve manasını unuttuk.
Mevlana der ki “Sevgiden acılar tatlılaşır; sevgi yüzünden bakırlar, altın olur; sevgi yüzünden tortular durulur, arınır; sevgiden dertler şifa bulur; sevgi yüzünden padişah kul kesilir.”
İnsanın gerçek bir insanoğlu olabilmesi için bize öğütte bulunur.
Der ki;

Cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol
Şefkat ve merhamette güneş gibi ol
Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol
Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol
Tevazu ve alçakgönüllülükte toprak gibi ol
Hoşgörülülükte güneş gibi ol
Ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol

Bütün mesele insanoğlunun dürüst olmamamsından kaynaklanır. Çünkü insan kutsal kitaplarda anlatılan nefsinin etkisi altındadır ve uyumaktadır. Nefs insanı hayatı boyu çıkmaz sokakların karanlıklarında dolaştıran, acıyla kederle mücadeleyle düşmanlıkla nefretle kinle beslenen ayıran bölen bir benlikler topluluğudur. İsteklerinin ardı arkası gelmez. Bütün dünyayı verseniz yine de mutlu olmaz.
Bu nedenle nefsi terk etmek, gerçek insan olmaktır. Ve nefis terk edildiğinde Ruh yani Efendi güneş gibi karanlıkların içine doğar. Güneş sevgidir. Sevgi Kendiniz olmaktır. Ne iseniz o olmaktır.

Kendiniz olmanın temel şartı da dürüst olmaktır. Dürüstlük insan olmanın en büyük erdemidir.

Yaşadığımız yüzyılda herkes, her şeyi kendi gözlüklerinin ardından ve kendi egosal dürüstlüğüne göre değerlendirmekte ve dürüstlük kendi çıkarlarımıza ve arzularımızın tatmin edilmesine uygun olarak şekil değiştirmektedir. Ve bin bir kılığa girmekte. Neden, nasıl dürüst olmamız gerektiği ise çoktan unutulmuş durumdadır. Gerçek insan olmak için, İnsanoğlu olmak için dürüst olmalıyız.

Yoksa Mevlana’nın dediği gibi ikiyi Bir edemeyiz. “Nice insanlar gördüm üzerinde elbisesi yok. Nice elbiseler gördüm içinde insan yok…”

Dürüst olmak ve “Kendimiz” olmak hem elbisemizin olması hem de içinde gerçek İnsan olan bizim olmamız demektir.

Neden dürüst olmalıyız biliyor musunuz?

Dünya gezegeninde insan onuruna yakışır bir şekilde, insan tadında yaşamak, gerçek bir insan olmak için ve diğer insan kardeşlerimizin yaşamasına da yardımcı olmak için dürüst olmamız gerekiyor.

Ne ekerseniz onu biçersiniz. Tasavvufa göre dünya bir aynalar evrenidir. Siz kendinizde dürüstlüğü ve kendine samimiyeti yaşadıkça ve “oldukça” size diğer insanlardan gelen yansımalarda dürüstlük ve samimiyet olacaktır.
Ayna size, sizden başkasını gösteremez.

Dürüstlük bulaşıcıdır ve güçlü – cesur kişiliği de beraberinde getirir.
Siz dürüst olunca diğerleri de dürüst olmak zorunda kalacaktır.

Ve bu yıldan başlayarak Mevlana’nın engin insan sevgisinin ve bilgeliğinin, İnsanoğluna yol göstermesini diliyorum.

Mevlana yüzyıllar öncesinden “Sevgi ve merhamet insanlığın; hiddet ve şehvet ise hayvanlığın vasıflarındandır” der ve savaşın, çocukların kavgasına benzeterek; hepsini de anlamsız ve saçma olduğunu söyler

Savaş yeryüzüne ve yüreklerimize kederden açıdan ve sefaletten başka bir şey getirmemiştir. İnsanlığın kendini bilmekten, bildikten sonra değişmekten başka çaresi yoktur.
Hatırlaması gereken şey ise İnsanın sevgi olduğu ve sevginin her şeyin çaresi olduğudur.
Senin canının içinde bir can var, o canı ara!Senin dağının içinde bir hazine var, o hazineyi ara!

Hazine sevgidir. Sevgi Ruhtur. Ve ruh barıştır. Ruh huzurdur.

Ve dünyamızın barışa, huzura ve sevgiye ihtiyacı var. Yani her birinizin içindeki sevgiyi açığa çıkarmanıza ihtiyacı var.

Siz sevgi olduğunuzda nihayet İnsan kardeşlerinizle insan tadında huzur içinde bu dünyada yaşayabilirsiniz.
Ve yaşadığınız gezeğenin, gezegen üzerinde var olan her bir canlının, cansızın değerini bilirsiniz. Çünkü siz her şey ile dengedesinizdir. Her şey siz olan bütünün eksiksiz bir parçasıdır.

Mevlana gibi herkesi ve her şeyi kabul edebilecek ve bağışlayabilecek, hoş görecek, Evren kadar geniş bir yüreğe sahip olursunuz.

Hiç bir zaman geç kalmadınız….kaç kere yoldan dönmüşte olsanız, kaç kere döndürülmüşte olsanız, dünyanın bütün günahını taşıyor da olsanız, hayatınızdaki her şeyden kendinizi suçlu hissediyor da olsanız, kendinizin “Yüreğiniz” tarafından kabul edileceğine inanmıyor olsanız da…siz yine de “Kendinize-Yüreğinize” yürüyün. Hiç kimse size inanmasa da siz kendinize inanın.

“gelin, ne olursanız olun yine gelin. İster kafir olun ister Mecusi ister puta tapan olun yine gelin. Bizim dergahımız, ümitsizlik dergahı değil. Yüz kere tövbenizi bozmuş olsanız da yine gelin.
Hepimizin gönlü hepimize Mevlana kadar açık olsun.
Çünkü hepimiz Mevlana’nın dediği gibi Tanrı’nın sırrının sırrıyız. Ve İlahi güzelliğin aynasıyız.

Mevlana’nın insanı gönül dergahına sevgiye çağırışında ki aşk öyle bir aşktır ki, ham iken pişmeyi ve yanmayı gerektirir.

Sevgiyi aşkı bilmeyen gönül hamdır. Aşk ateştir. Eriyiştir. Erimek, şimdiye kadar bildiğimiz her şeye ölmek demektir. Yeni olmak yenilenmek yeniden doğmak demektir.

Dünyada hiçbir şey yeni değildir. Yeni gibi görünür ama her şey eskidir. Her gün aynı karanlığı acıyı sefaleti yozlaşmayı didişmeyi mücadeleyi yaşamaktan yorgun yüreklerimiz, sıradan günlerin ve olağan duygusuzlukların içinde tükenip biter. Bütün mücadele kendimizi oyalayıştır.
Ve Yeni İnsan, Evrensel İnsan, Aşktan doğacaktır.
Şimdiye kadar sahip olduğu ve bildiği her şeye aşk için ölerek ve aşk içinde eriyerek küllerinden yeniden doğacaktır.

Küllerinden yeniden doğan insanlık medeni ve uygar bir insanlık Medeniyetini de kuracaktır.

Dünya gezegeninde savaşları çıkartan, açlığa sefilliğe neden olan açgözlü insanoğlu medeni değildir.

Medeniyet ve uygarlık; bir takım toplumların gurupların kişilerin zenginliği refahı ve yüksek teknolojisi demek değildir.

Hiçbir insan ve hiçbir ülke, diğer bir insanın ve dünyanın sefalet, korku, açlık, hastalık, savaş baskı altında yaşadığı bir dünyada, onunla aynı mekanı paylaştığı ve yaşadığı sürece; ne medeni sayılır ne de uygar.

Uygarlık; topluluğu oluşturan varlıkların düşüncelerinde, yaşamlarında bir biri ile ilişkilerinde ve ürettikleri değerleri paylaşımlarında ve kullanma amaçlarında, üzerinde yaşadıkları gezegen ve Evrenle bütünleşmelerinde ne kadar bilinçlerinin gelişkin olduğu ile ilgilidir.

Medenileşmek, diğerleriyle, yaşamla, gezegenle, Evrenle ilgili “sorumluluk almak” demektir;
Sorumluluk almak, diğerlerini, Yaşamı- Gezegeni, Evreni de yükseltmek, yüceltmek ve tüm güzellikleri sevgiyle paylaşabilme Bilincidir.


Ne zaman ki insanoğlu dünyaya hükmetmez, dünyanın ve diğerlerinin bir hizmetkarı olur sevinci coşkuyu tamamlanmayı diğerleriyle bütün olmakta ve hizmetin sevincinde bulur ise,

Ne zaman ki insanoğlu dünyayı zalimce tüketmekten ve yok etmekten vazgeçip, yeryüzünde yaptığı bütün pislikleri temizler ve gezegeni yüreğine alabilirse,

Ne zaman ki İnsanoğlu silahını savaş meydanlarından, savaşmanın mantıksızlığını ve yıkıcılığını görerek ve diğerleriyle kucaklaşarak terk eder ve bir daha asla dönmezse,


Ne zaman ki İnsanoğlu geçmiş binyılların acı hesaplarını kapatır, sınırları yüreğinde eritir, yürüdüğü yolların çıkmaz sokaklarından dönebilirse,

Ve Hazret der ki “halkın ayrılığı, aykırılığı addan meydana gelir, manaya ulaşan esenleşir” Halkların ayrılığı manaya ulaşıldığında, insan kendisi olduğunda kaybolur. Çünkü Birlik ve hakikat Güneş gibi bilenlerin görenlerin kalbinde parlamaya başlar.

İşte o zaman, İnsanoğlu medenileşir.
Bundan başka ne şekilde anlatılırsa anlatılsın ne yapılırsa yapılsın boştur. Acı bir düşün içinde oyalanıştır. Ve İnsanlığı oyalayıştır.

İnsanoğlu için bundan sonra;
Bir gün daha hayatta kalmak yetmez, gözlerini sonsuzluğa çevirmesi gerekir.
Bir adımlık nefes kesmez, bin adımlık bir nefes çekmesi gerek
Bir damla su kandırmaz, okyanusun sevginin sularına dalması gerek
Önünü görmek yetmez, başını kaldırıp dimdik, özlemle uzayda kaybolan ufuk çizgisine bakmak gerek.
Dört duvara ve bir avuç toprağa ait olmak da yetmez, kendini hesapsızca bilinmezin kucağına savurması gerek.

Kitaplardan önce kendimizi okumaya çalışalım! Der Mevlana. Kendini okumak, kendini bilmektir.
Ve sizler yüreğinizden okumaya başladığınızda; bütün insan kardeşlerinize sevgiyi okursunuz. Sevgi olursunuz.

Ve siz dünyada bir fark yaratırsınız. Daha güzel bir dünyada insan tadında yaşamak için Fikirleriniz eylemleriniz fark yaratır
“Fikir ona derler ki bir yol açsın, yol ona derler k; bir hakikate ulaştırsın.”

Ne mutlu gören gözlere bilen kalplere, ne mutlu kendini bilenlere.
Ne kutlu ölmeden önce ölenlere ve gerçek insanoğlu olarak doğanlara.

Ölmeden önce ölebildiğinizde ve gerçeği cümle görünüşte, yüreğinizde bildiğinizde Mevlana ‘yıda yüreğinizde bulursunuz. Mevlana’nın sizi çağırdığı yer gönlündeki koşulsuz sevgisidir. Gönlündeki ebedi dergahıdır. Ve gönül dergahlarımızda yalnızca sevgi vardır.

“Gelmez san bir ziyan ilahi aşktan gönlüm, can gitse de korkma başka bir candır ölüm.”
“Öldüğüm zaman beni toprakta aramayın. Benim mezarım ariflerin gönüllerindedir.” Mevlana


Yazan Nilgün Nart

13 Temmuz 2007 Cuma

BENİ KORU - DUA

BENİ KORU

Bildiğini söyleyip de bilmeyenlerden
Oldum deyip de oldurmaya uğraşanlardan
Aydınlandım deyip de ışımayanlardan
Öğrettiğini sanıp da öğrenmeyi unutanlardan

Çareyim deyip de, derde düşürenlerden
Beni arındırıp da kirletenlerden
Aydınlığa götürüp de, karanlıklarda bırakanlardan
Cahilliği yerecek kadar cahil olanlardan
Vardım deyip de, yolumu başa çevirenlerden

Sevgiyi sözcüklerde bırakanlardan
Sana elpençe kul olup da, ruhuma hükümdar olmak isteyenlerden
Sevgi için deyip de sevgi dışında kalanlardan
Aşk için deyip de, aşkı yargılayanlardan

Hepimiz yoldayız deyip de, kendini yol yapanlardan
Hepimiz Bir’iz deyip de, kendini bir, beni iki yapanlardan
Hakikati bildim deyip de, beni bilmeyenlerden

Gerçeği gördüm deyip de, toprakta, bitkide ve insanda, seni göremeyenlerden
Çok şey söyleyip de, hiçbir şey söylemeyenlerden

Havada uçup da, dünya gezegeninde yürüyemeyenlerden
Alemlerde meleklerle kucaklaşıp da, dünyada insan kardeşleriyle kucaklaşamayanlardan

Ben senim deyip de, ben de kendini göremeyenlerden
Her boyutta dolanıp da, insan boyutuna giremeyenlerden

Olmakta olanı kabul edip de, beni olduğum gibi kabul etmeyenlerden
Sana hizmet edip de, insan kardeşlerine hizmet etmeyenlerden
Koşulsuzum deyip de, koşulsuzluğu koşul yapanlardan
Zararsızım deyip de, en büyük zararı verenlerden
İhtiyaçsızım deyip de, ben den düşlerimi bile çalanlardan

İnsanlık için deyip de, her şeyi kendisi için isteyenlerden

“Kendim” deyip de, “kendi nefsini” kral yapanlardan, sen beni koru.

Kendimde; bütün sadeliğimde, sıradanlığımda, yalınlığımda, saf sevgide, net görüşte, tek bilişte, her şeye mesafesiz yakınlıkta, yıkılmaz bir Ruh duruşunda, dengede kalmam için bana Güç ver.

Yazan Nilgün Nart